Öğüdü Öğütmek
Eğitici konumdaki insanlar bilir, Türkiye’de öğrenciyi eğitime ikna etmek çok zordur. Eğitimin zorunluluk olması bir yana; onun iyiliği için olması, onu geliştirecek olması, kendi talebiyle yapılıyor olması bile bu sonucu değiştirmez. Muhatabınız sonucu bizzat yaşamadan eğitimin faydalarını ona kabul ettiremezsiniz, sürekli direnir. Bunun temel sebebi, eğitimin sonuçlarını tam olarak zihninde canlandıramaması, kazançlarını ön görememesidir. Peki bunun sebebi nedir? Bunun sebebi de göçebe kodlarının hakimiyetidir. Entelektüel değerler üzerinden otorite kurmuş kişi karşısında isyancı yapıya sahip olmaktır. Bir eylemin sonuçlarını, o eylemi bizzat yapmadan anlayamamak ve birilerinin o sonuçları görebileceğini kabullenmemek... Hele de bu kişi bizden daha küçük yaştaysa veya fiziki yapısı daha zayıfsa dediğinin doğruluğunun hiçbir önemi kalmaz. Bu yaklaşım medeni bir toplum için utanç vericidir. Zira "Akıl yaşta değil baştadır." gerçeği medeni bir toplum yapısında olmazsa olmazlardandır. ("Zira mı?...") Toplumumuzda fiziki yapı da maalesef sahip olduğunuz itibarı, saygınlığı ve lider olarak kabul edilip edilmediğinizi belirliyor. Bu yaklaşım daha da ilkel bir anlayışının eseridir ve sebeplerini düşünürken diğer canlı türlerine aklımızın gitmesine neden olur.
Çocuklarda olur ya, ilk defa yiyeceği bir şeyi uzattığınızda tadı konusunda en ufak bir kanaati olmadığı halde tadının berbat bir şey olduğunu tecrübe etmiş gibi kendinden emin bir şekilde itiraz eder. Zar zor tadına baktırdığınızda ise bir anda yüz ifadesi değişir: Tadını çok beğenmiştir. Bu halin benzeri bizde de var; "Tanıdık olan güvenilirdir, güvenlidir; gerisi tehlikeli ve gereksizdir." gibi bir mantık yapısıyla birçok değerli alternatifi elimizin tersiyle itiyoruz. Önümüze çıkan bu şeyin güvenilirliğini ve gerekliliğini doğrulamak adına hiçbir araştırma, hiçbir test yapmadığımız halde onu bertaraf ediyoruz. Yani analitik bir yaklaşımı değil, duygusal bir yaklaşımı tercih ediyoruz.
Yapacaklarımızın kötü sonuçlarının tecrübeli ve yetenekli insanlar tarafından öngörülebileceğini de kabullenmiyoruz. Öğüt dinleme kodu ortadan kalktı. Otorite olarak kabul edilen ebeveynler, öğretmenler, polis vs. o kadar vasıfsızlaştı ki, otoritenin sözünü ciddiye almak değersiz, anlamsız hale geldi. Oysa bu kadar tümevarımsal düşünmek depresyon hastalarına has bir özelliktir. Otorite kabul edilen kişilerin büyük bir kısmının vasıfsız olması, dünyada sözünün dinlemeye değer bir kişinin bile olmadığı anlamına gelmez. Analitik bir açıyla bakıldığında bir insanın lafının güvenilir olup olmadığını anlamak zor değildir. "Söz konusu kişi hangi işlerde çalışmış, hangi konularda çalışmış, bugüne kadar hangi konuda yaptığı tahminlerin ne kadarı tutmuş?" gibi basit sorularla bir insanın sözünün güvenilirliği değerlendirilebilir. Fakat genelde hiçbir analitik değerlendirme yapmadan, sırf karşıdakinin kaşını gözünü beğenmediğimiz için sözlerini kulak ardı ediyoruz. İlginç olansa, söz konusu kişinin defalarca kendini kanıtlaması da fayda etmiyor, bir sonraki mevzuda sözü yine çöpe atılıyor.
Bizzat deneyimlemeden bir gidişatın sonuçlarını kestirememek, soyutlayamamak aklımızı yeterince kullanmadığımıza delalet ediyor. Zihin tembelliğine kapılıyoruz, bu yüzden gittikçe daha çok gerçeklikten uzaklaşıyoruz. Gerçeklikten fanteziye doğru yol aldıkça da insani değerlere aykırı davranışlar bize renkli, sevimli, tatlı gelmeye başlıyor. Oysa bize sempatik gelen bu davranış normalde alçakça ve onur kırıcı. Dolayısıyla amacımız mutlu olmak filan değil, farkında olmak olmalı.
Mazhar F. GÜR 13.12.2017 (Proje 99)