Cephe Gerisi
"Ateş ve Güneş" 1. Dünya Savaşı sırasında Sina-Filistin Cephesi'nde görev yapan Falih Rıfkı Atay'ın yazdığı anı kitabı. Kitapta, yolculuğa başladığı andan itibaren, trendeki Anadolu insanını tahlille işe başlayıp demiryolu ve karayoluyla geçtiği bölgeleri analiz ediyor, tek tek. Vardığı noktadan, savaşla ilgili izlenimleri aktarıyor sonra.
Cephede düşman askerlerinin bıraktığı diş macunlarının naneli tadının bizim askerlerimizin hoşuna gittiğini ve yediklerini söylüyor. Hatta diş macunlarının tadını o kadar sevmişler ki gümüş paraya dahi satmıyorlarmış isteyene.
Askerlerimizden biri düşman hattındaki askerlerin tuzlu yemeklerinden yedikten sonra "Bunlar da kötüleşmiş, Çanakkale'deki yemekleri daha güzeldi." demiş.
"Kanal'a ilk defa 12 saatte 50 km yol yürüyen birlikler hücum etti. Cüretimiz İngilizleri şaşırtmakla beraber, demire karşı yumuşak bir temastan ibaret kalmıştır." deniyor kitapta. Askerler çok uzun mesafelerden gelmiş, kıyafetler iklime uygun değil, askerler bu iklimin yabancısı, daha birçok sebep var yenilgi için ama buna rağmen savaşılıyor.
İngilizler mevsime uygun kıyafetlerle savaşa hazır bekliyorlar. Hatta bizim askerlerimizin bir kısmı ele geçirdikleri İngiliz giysilerini giyiyor ama alışamayıp onları içlik olarak kullanıyorlar.
"Bizde cephe gerisi demek, cephe için insanların yerli yerinde çalışması demek değil, bizzat cephe gerisini yapması demektir." Kervanı yolda düzüyoruz yani...
Gülsem mı ağlasam mı dedirten bir hikayeyle bitireyim yazıyı. Olayı Falih Rıfkı'nın cepheye yolculuğu sırasında ona yol arkadaşlığı eden Kaymakam Bey'in ağzından dinleyelim. Olayda bahsedilen şifreler Falih Rıfkı'ya devlet tarafından bir yere iletmesi için verilmiş. Bir gece Kaymakam'ın yolculuk ettikleri araçta, Falih Rıfkı'nın başka bir yerde uyuması icap ediyor.
"Bu senin şifreler yok mu? İşte onların derdinden akşam çantaları başımın altına koydum. Ay ışığı da var. Gece bir aralık gözümü açtım, bir de ne göreyim! Ayak ucumda bir el var. Parmaklarını bile seçiyorum. Düşündüm, sesim çıksa eşkıya gidecek. Yavaşça kırbacımı tuttum. Gümüş sapını şiddetli bir şekilde vurdum. Can acısıyla nasıl haykırdığımı bilmiyorum. Meğer ayağımı soyduğumu unutmuşum. İki parmağım kırılmış gibi. Şimdi niçin sektiğimi anlarsın ya!"
Nizamettin Hayyam VURAL