İkinci Bir Hayat
Sevdiğim bir yönetmenin filmini izlemek üzereyken o anda yanımda bulunan tanımadığım birisi filmle ilgili yorum yapmaya başladı. "Çok saçma bir film. Filmin sonunda askerin tekini kahraman gibi göstermişler. Sanki bütün savaşı o asker kazandırdı. Çok saçma. İzle, sen de bana hak vereceksin" dedi. Yönetmen yabancıydı, film de savaş filmiydi. Filmin de yönetmenin de çok önemi yok bu olayda aslında.
Filmi izledim ve yapılan yorum için "Ne alakası var? Filmden bunu mu çıkardın? Çok saçma bir yorum" dedim içimden. Sonra düşündüm, bu adamın, bana gayet zekice gelen film için böyle bir yorum yapmasına sebep olan şey neydi?
Bizim sinema filmlerimizde, özellikle savaş filmlerinde bir tane kahraman olur. Film genelde bize "Ne cesur adammış be helal olsun!" dedirtecek bir sahneyle biter. Hepimiz alkışlarız, gözyaşları sel olur. Yani bir filmin senaryosunu, kurgusunu, müziklerini, kamera açılarını ve bütün bunların uyum içinde oluşunu falan pek önemsemeyiz. Varsa yoksa o baş roldeki adamın kahramanlıkları...
Filmin film olduğunu unutarak, filme hayatımızın içinde ikinci bir hayat muamelesi yaptığımız için böyle oluyor. Yani filmi izlerken hayatımızı bir köşeye bırakıp filmin içine dalıyoruz. Gerçek hayatta "ayrıntılara" pek önem vermediğimiz için filmlerdeki "ayrıntıları" fark edemiyoruz. Bir de film alışkın olduğumuz "Sen yaparsın, sen kralsın, senin elinden her iş gelir!" mesajı taşımıyorsa izleyenler "Ne biçim film bu, çok saçma!" diyebiliyor kolaylıkla.
Biz o an, ödenmemiş faturaları, işsizliğimizi, yakın çevremizle olan problemlerimizi falan unutuyorsak film amacına ulaşıyor, bize yalan bir dünya yaratıyor. Sinema salonlarından çıkan insanların yüzlerine, hareketlerine dikkat edin ne tür bir film izlediğini az çok anlayabilirsiniz. Mesela savaş filminden çıktıysa dünyayı kurtaracakmış gibi yürürler.
Belki de Freud'un dediği gibi "Bir puro bazen sadece bir purodur" ya da "Çok fazla şe' yapmamak lazım" da diyebiliriz.
Nizamettin Hayyam VURAL