Pusula
İki kişiydik. Uzun bir yolculuğa çıkmıştık ve bu uzun yolculukta yanımıza aldığımız tek şey son model akıllardı. "Demir tava geldi, kömür bitti; akıl başa geldi, ömür bitti." atasözünü yaşıyorduk. Demirden kafatasımızın içindeki yeni aklımızla yeni bir hayata uyanmıştık. Artık ne kömüre ne de eski aklımıza ihtiyacımız vardı. Alev alev yanıyorduk. Mecazsız bir dünyaya uyanmış, mecazın kendisi oluvermiştik. Bu sayede düşmanlarımızın içinde tüm gerçekliğimizle durduğumuz halde, onların düşman olduğunu unutmadan ama onları kendimize düşman etmeden yürüyorduk.
Bize demişlerdi ki imkansız bir yol gördüğünüzde onu makul olanıyla değiştiriverin. Nasıl yapacağımızı da kim olduklarını da söylememişlerdi. Ama biz nasıl yapacağımızı da kim olduklarını da biliyorduk. İmkansız yolların imkanı olmak için yürüdük durduk. Yolumuz dağlık bir arazide devam ederken yolumuza çıkan yolun imkansızlığını ilk arkadaşım keşfetti. "Bu yolda bir gariplik var, gittiği yer başladığı yere varıyor." dedi. Yol önce üzerinde yürüyen insanları yutmuştu. Sonra da kendi kendisini yutmaya başlamıştı. Yolun boğazı kendisinden dar olduğu için, yemekten vazgeçmiyor ama kendisini de bitiremiyordu. Dönüp duruyordu.
Yol demirden yapılmıştı. Değiştirmek için metale metal gerekti. Ama etrafımızda herhangi bir metal bulamadık. Etrafımızda aradığımız şeyin kafamızın içinde olduğunu fark edince aklımız başımıza geldi. Akıl başa gelince fark ettik ki: "Demirden kafatasımız aklımızı korumak için değil, aklımız demirden kafatasımızı korumak için verilmişti.". Demiri eritip akıl olduk. Eriyen demirden yeni bir yol yaptık. Yol yolu yedi. Yolun sonu da başı da boğazına düşkünlüğü oldu. Kendi cinsini yeyince içinde ne varsa kusuverdi. Kusulan insanlar eski yollarını eritip, dövüp ondan bir pusula yaptılar ve yolumuzdan yürümeye başladılar.
Nizamettin Hayyam VURAL