Sen Kimsin Ya?

Nizamettin Hayyam Vural

"Bilmediğin bir şeyler var abicim hayatta bunu bir kere bileceksin. Yani bir de sonra mangalda kimse kül bırakmıyor. Diyor ki: 'Bu topraklaaar! Mevlana, Yunus, Nasreddin Hocalar!'. Ne anlatıyorsun sen ya? Biz yani Nasreddin Hoca'ların torunuyuz dediği zaman birisi özellikle bir komedyen ya da o kafada biri, tamam da kardeşim aynı köyde değil miydi şu adam da: 'Hoca Hoca nabıyon?' diyen aynı köyden değil mi? Onun torunu olma ihtimalin de var. Hemen direk niye Hoca'ya yamanıyorsun yani? 'Ben Hoca'nın torunuyum!' Yok ya, ya öbürüysen? Aynı köy değil mi lan! Yani o iki adam da biziz kardeşim. O iki adam da olma ihtimalimiz var. Hayatın her saniyesinde bu değişiyor. Devamlı değişiyor. Ha uzmanlık devreye giriyor. Bana dersin ki 'Cem abi ben hiç sahneye çıkmadım. Sen 4500 kere çıktın. Nasıl bir şey abi sahne?' dediğin zaman orada ben o cekedi giyerim ve 'Bak kardeşim sahnede şu vardır...' derim. Sonra bir vesile olur sen hamur açmayı biliyorsundur, 'Aaa hakikaten mi lan.' dersin böyle olursun (şaşkın). Bu kadar basit. Yani bunu hayatının her alanına uygularsan kafanı dinlersin abi."

Yukarıdaki cümleleri bir Youtube kanalında yayınlanan programda sarf ediyor Cem Yılmaz. Bu alıntıladığım cümlelerde dikkat çekici noktalar şunlar: Bilmediğini bilmenin önemi, bu ülkenin sosyolojisinin ürettiği tipler, uzmanlık töresi ve önemi. Ayrıca bu ülkenin değeri haline gelmiş bazı önemli isimleri diline dolayan ama aslında o diline doladığı kişilerin antagonisti olmaktan öteye geçemeyecek tiplerin tespiti noktasında da düşündürücü bir alıntı bu. Tabii Cem Yılmaz'ın bu konuşmada "O iki adam da olma ihtimalimiz var. Hayatın her sahnesinde bu değişiyor." dediği kısımdan hareketle, insanın - kumaşına ve kumaşının hakkını verme çabasına göre değişkenlik gösterebilecek - aydan aya, günden güne, saatten saate değişen haline, durumuna, hayatta aldığı pozisyona değinmemiz de iyi olacaktır.

Öncelikle şu soruyu sormalı insan kendine: Ben kimim? Şüphesiz bu sorunun cevabı bir ölçüde bizden öncesiyle ilgili. Yani genetik kodlarımızla. Biz kimlerin çocuğuyuz? Annemiz babamız ve onların anneleri babaları ve hatta onlardan öncekiler hayata nasıl bakardı? Hangi yararlı ve zararlı davranışlarda bulundular ve hangi davranışları alışkanlık haline getirdiler? Bu sorulara vereceğimiz cevaplar neticesinde neye meyilli olduğumuz üzerinden kim olduğumuz ve neye dönüşeceğimiz konusunda bazı sonuçlara ulaşabiliriz. Neticede - bir açıdan - bizden öncekilerin bir sonucuyuz biz.

Kim olduğumuz konusunda etkili olan bir diğer şey çevresel faktördür. Bizi meydana getiren şartlar nelerdir? Kendimize "Ben kimim?" sorusunu sorduğumuz ana kadar geçen sürede içinde doğup büyüdüğümüz toplumdan hangi yararlı ve zararlı alışkanlıkları aldık? Bu yararlı ve zararlı çevresel faktörler, genetik aktarım yoluyla bünyemizde, ruhumuzda varlık bulan fazilet ve reziletlerle nasıl reaksiyona girip nasıl sonuçlar doğurdu? İşte bu tip sorulara vereceğimiz yanıtlar da bize dair sadece genetik faktörle açıklayamayacağımız kısımlara ışık tutmamızı sağlayacak.

Gelelim bilmediğini bilmenin önemine. Şüphesiz her şeyi bilemeyiz. Bilmemize de gerek yok. Bilginin bir insan için neden önemli olduğu ve onu nereye götüreceği sorusuna yanıt aramalıyız öncelikle. Eğer artistliğini yapmak için bilgiye ihtiyaç duyuyorsak İlber Ortaylı'nın örnek olarak zaman zaman kullandığı şu tipe dönüşme ihtimalimiz yüksek: "Goethe ile Faust'u bilir ama hangisi hangisini yazmış bilmez.". Bilgi insanı uzmanlığa götürdüğü için önemlidir. Uzmanlık ise Hz. Ali'ye atfedilen "İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttılar." sözünden hareketle, çeşitli bilim dalı ismiyle bin parçaya bölünmüş hakikati bir ucundan yakalayabilme fırsatını insana verdiği için önemlidir. Uzmanlık oluşturmak bize hayatı anlama noktasında sadece bir fırsat sunar. Ancak farklı uzmanlıklar oluşturmak, disiplinler arası bir çalışma yapmak ve bu çalışmalar arasında bağlantılar kurmak bize holografik bir yapıya sahip yaşam ve bu yaşamın var olduğu evreni anlama noktasında imkan tanır.

Son olarak insandaki hal değişimini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım. İnsanda ruhsal açıdan iniş çıkışlar olması normaldir. Anormal olan bu iniş çıkışların aralığının uzunluğu ve düzensizliğidir. Eğer dakikası dakikasına uymayan bir insansak bir problemle karşı karşıyayız demektir. İnsan davranışları bilgisayarlardaki ikili kod sistemi gibi işler (0,1). Önümüzde bizi hayra veya şerre götürecek tercihler vardır ve biz birini tercih ederek devam ederiz yolumuza. Tercih edeceğimiz seçenekler iki tane olmak zorunda değildir, daha fazla olabilir ama bizi götüreceği sonuç ikidir. Sonunda ya Nasreddin Hoca pozisyonunda oluruz ya da "Hoca Hoca nabıyon?" diyen tipin pozisyonunda buluruz kendimizi. Tercihlerdeki farklılık aynı köyden iki farklı tipin çıkmasına sebep olur. Bu tipleri birbirinden ayırabileceğimiz kadar net çizgiler varsa aralarında bu normaldir. Ama bir köy düşünün ki bir gün Nasreddin Hoca olan insan başka bir gün, Nasreddin Hoca kimliğine bürünmüş ama daha önce köylü rolünde olan bir kimseye "Hoca Hoca nabıyon?" diye soruyor ve bu kimlik karmaşası, kimin kim olduğunu anlayamayacağımız şekilde devam ediyor... İşte bugün yaşadığımız sorunun özü budur. Kimse kendisinin kim olduğunu bilmediği gibi karşısındakinin kim olduğunun da farkında değil. Adının konması lazım. Sen kimsin ya? "Şüphesiz sen, sen değilsin.".
Nizamettin Hayyam VURAL