Bambaşka Bir Dünya İçin Yeni Arayüz

Ahmet Kubilay

"Ebdal'dan el Kesib isimli imam şöyle derdi: Allah bütün bilgiyi feleklere yerleştirdi. İnsanı ise bütün alemin bağlarının (alemdeki şeyler arasındaki bağ ve münasebetler) bir toplamı yaptı. Binaenaleyh insandan alemdeki her şeye uzayan bir bağ vardır. İnsanda bulunan bu bağdan, insana ulaştırması için Allah'ın o şeye bıraktığı durumlar meydana gelir. (Yine) Arif-insan, bu bağdan istediğinde o şeyi hareket ettirir. Şu halde alemde insanda eseri bulunmayan bir şey olmadığı gibi insanın eserinin bulunmadığı her hangi bir şey de yoktur. "
Muhyiddin

Yaşadığımız tek yer olduğunu düşündüğümüz/zannettiğimiz dünyaya "görünen âlem", "müşahade âlemi" deniyor. Kaba bir tasavvuf teriminden öte, içine ilk doğduğumuzda, kendimizi bilmeye başladığımızda "işte dünya budur, burasıdır, böyle bir yerdir" diye şuurlandığımızda bu dünyayı, "ölümlü dünya"yı en kaba haliyle idrak etmeye başlamış oluyoruz. Yazdığım kelimeler üzerinde daha ince düşündüğümde her bir ifadenin tekrar açıklanmaya muhtaç olduğunu görüyorum. Bu da en hafif tabirle kafa karıştırıcı oluyor. Okuyanlardan özür dilerim. "Ölümlü dünyayı idrak etmek" dedim ama bu da bir seviye meselesi. Ortalama bir insan ölümlü dünyayı hangi seviyeden idrak eder? Hele de günlük algı doğal olarak bu kadar sorunluyken. Birçok istatistik gösteriyor ki günlük seviyede algımız zayıftır. Karşılaştığımız herhangi bir sosyal tabloda beş unsur varsa en akıllılarımız bile bu unsurların en az bir ikisini fark bile etmemektedir. O zaman idrak nasıl olacak? Ol sebepten bulanık bir dil kullanmak zorundayım. Özür dilerim.

İnsanların çoğunun yaşamakta oldukları tek yer olduğunu düşündüğü dünya aslında bir arayüzden ibaret. Bu arayüzü zihnimizde yüklü dil hangisiyse o dille dünyayı bir arayüz olarak okuyoruz. Bu, (Türk isek) sadece anadilimiz (olan Türkçe) değil, doğumumuzdan itibaren, çocukluğumuz, çevremiz, idrak ettiğimiz ve edemediğimiz şeylerle her bir insan teki için aslında çok farklı olabilen bir dildir. En yaygın kavle göre İslam Peygamberi'ne verilen ilk talimat "oku". Mesele bu arayüzün ötesine geçmek olabilir mi?

Çünkü dilimiz lineer bir dil. Bütün insanlığın bilinen dillerinin çok ezici çoğunluğu lineerdir. Dün, bugün, yarın çizgisinde ilerleyen zamanı yine dün, bugün, yarın çizgisinde ilerleyen lineer dillerle en doğru biçimde algıladığımızı düşünüyoruz. Oysa kaçırdığımız o kadar çok şey var ki. Sicim teorisinde an itibariyle son varılan noktada bilim insanları, sicimin yukarı doğru yedi aşamalı bir yansıyışla 11 boyutta bulunduğumuz varlık/düşünce kaneviçesine yansıdığını düşünüyor. Önemli noktaları deneysel ispatlı olan çalışmalar sonucu, yapılan matematik hesaplarla da belli oranda sağlaması yapılabildiği üzere, iki boyutlu sicim tam 11 boyutta (bildiğimiz) en yukarı yere yansıyor. Bizse ağırlıklı olarak 3 boyut içinde yaşıyoruz. Bu mantıktan hareketle bazı bilim adamları birden fazla evrenin var olduğunu düşünüyor.* Benim üzerinde durulması için ısrar ettiğim konu: bu evrenlerin iç içe olmaklığından bize ne türden bir "pratik" alan kurgulama imkanı düşebilir? En baba soru; bir çok sorunun sorusu işte tam olarak budur.

Dilimiz lineer dedim. Yeryüzünde bilinen ve kısıtlı ölçülerde incelenmiş birkaç lineer olmayan (non-lineer) dil var. Bu dilleri kullanan bu birkaç nadir bulunan kavim** modern anlamda teknolojiyle bağlantısı olmayan, ilkel tabir edilen kavimlerdir. Non-lineer bir dil konuşan bu kavimlerin günlük hayatları, benlik algıları, toplu yaşarken telepati dışında izah edilemeyen şeyler yapabilmeleri, uyku düzenlerinin, bazı biyolojik süreçlerinin tuhaf ve "modern" dünyadaki insana göre üstün sayılabilecek farklılıkları non-lineer dilin insanda neyi açabileceğine, günlük hayatın ne türden bir idrakle farklı okunabileceğine dair ilginç fikirler veriyor.

Bir de İlahî vahyin, Kuran-ı Kerim'in nasıl okunması gerektiği meselesi var. Günlük dilimiz ancak ölmemeye yetecek kadar zayıf bir seviyede seyrederken, Allah'ın kelamını idrak mümkün müdür? Yahut hakikati idrakten hissemize düşen şairin ifade ettiği kadar mıdır? "Anlamak yok çocuğum/ anlar gibi olmak var!" Kitabı non-lineer dillerden herhangi biriyle okumak bize ne öğretir? Elest bezminde "Rab" vurgusuyla sorulmuş bir soruya muhataptık. Yani temel mesele ömür boyu öğrenmek. Verimsiz bir dille bu ne kadar mümkün? Sakın imtihanın sırrı tam da bu hususta tecelli ediyor olmasın! Non-lineer okuma bahsinde de, non-lineer dillerin muazzam bir çeşitlilik arz ettiğini söyleyeyim.

Non-lineer dili öğreneceğimiz zemini önce inşa etmemiz gerekiyor. Bu, insan tekinin yapabileceği bir şey değil. Bu şey, Rasulullah'ın "omuz omuza" diye emrettiği bir araya gelme teknikleriyle kurgulanabilir bir şey. Ayna nöronlar denilen, bilimin yeni yeni varlığını ve derinliği, önemini fark ettiği bir mesele var. Aslı şudur: İnsanlar neredeyse hiçbir şeyi tek başlarına gerçek anlamda öğrenemiyor. Başka birinin aynı şeyi yaptığını görmeleri lazım. Beraber yaparak öğrenmeleri lazım. Bu işte sahabenin sırrı olsa gerek. Bahsettiğim, tabir caizse, ortak bir frekans yakalayan insan gruplarının beraber inşa edebildikleri/ettikleri/edecekleri dil non-lineer dildir. Bu dilin grameriyle ilgili bir şey değildir. Uzakdoğu anlatılarındaki mantra mantığına benzer bir idrak gerekmektedir. Hazreti Peygambere bir gün biri geliyor ve karın ağrısından bahsediyor. O da "bal geçirir" diyor. Daha sonra aynı zat geliyor ve "bal karın ağrısını geçirmedi" diyor. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem) "Allah ve Rasulu doğru söylüyor. Karnın yalan söylüyor" diyor.*** Mantra mantığı da buna benzer. İnsan grupları ortak örüntüler ağı oluşturur. Yine tabir caizse bütün insanlığı kapsayan matriksin içinde özel bir iç-matris oluştururlar. Genel fütüvvet söylemimizde iç-kavim dediğimiz budur.

Ayna nöron bahsinde de muhakkak vurgulamadan geçmemem gereken bir bahis var: Eğitim, çok yaygın olarak düşünüldüğü gibi teori esaslı değildir. Bilginin çoğu usta - çırak fizik ilişkisi sayesinde öğrenilir. Özellikle pratiğe dökülen bilgi böyledir. Tıp ve mühendislik eğitimine bakalım. Asıl mesele pratiğiyle, elle, dille, kulakla, tenle, insanın insanla, öğrencinin hocasıyla temasıyla öğrenmektir. Bilgi, Peygamber'e "yukardan" iner, Melek o bilgiyi özel usullerle iletir, Rasulullah da "insan tekleri"ne teker teker izah eder. O'nun izah edişi de sadece konuşma usulüyle değildir. Hep beraber işin pratiğine girişirler. Meseleler dar halkadan giderek genişleyen halkalara aktarılırken aynı zamanda holografik biçimde özel iç-matrisler de oluşturulur. "İkinin ikincisi" bahsindeki gibi daha özel bilgi, ancak daha özel iç gruplar arasında öğrenilebilir, tecelli edebilir. Kehf Suresi'nde "Rabbin katından bir ilim" verilmiş (Hızır)ı, Musa aleyhisselamın gerçek manada idrak edemeyişi örneğinde olduğu gibi bazı bilgiler de bazı "tek"lerin ömürleri boyunca oluşturabildikleri örüntüler ağında okunamaz, anlam ifade etmez veya yanlış yorumlanırlar. Özetle, eğitim büyük oranda pratik ağırlıkla yapılabilen bir şeydir. Gerçek ortam, gerçek ilişkiler, gerçek irtibatlar ve birbirini görebilen insanların birbirlerinden aldıkları hâller bütünüyle erişilen bir manevi sırdır. Aslında gayet açık bir sırdır ama Kartal'ın bir kilometreden yerde gördüğünü bazısı burnunun dibindeyken göremez.

Günlük hayat olarak algıladığımız, ahlaklı ve ahlaksız yöneticilerin, yalancı ve dürüst dindarların, ileri ve geri zekalı çoğunluğun, köşedeki market zincirindeki kasiyer, ötedeki hızlı tren garındaki biletçi, ahlakı ve müşteriyi memnun etmesiyle tanınan uluslararası firmayı bir sürü özel plakası olan siyasetçilerin desteğiyle kovan kavgalı evlilik mahsulü taksici, başçavuştan bozma apartman yöneticisi, maliyetinden kat kat pahalıya satılan elif cüzlerinin, ve daha neler nelerin hep birlikte oluşturduğu bu "ölümlü dünya"ya aslında bir arayüz muamelesi yapılmalı. Başka yazılımlarla çalışan bambaşka ve harp meydanında mertlere keyif verici  arayüzler üzerinden  aynı dünyanın çok daha fazlasının algılanması mümkün. Bambaşka bir dünya ve bambaşka hayatlar mümkün. O yüzden almazlardan uzak duralım. Yolda Ebubekir'i görünce selam veren Peygamber; insanların içlerinde işe yarar ancak bir tane bulunabilecek bir deve sürüsüne benzediğini söylüyor. Bu söze muhakkak itimat edelim. Bundan bir dünya görüşü, kafile kafile bir araya gelişlerden bir ahir zaman devrimi inşa edelim.

Ancak bazı filmlerde mümkün sanılan bir konglomeralar ağıyla mazlum milletlere güç, mağrur milletlere ayar verecek yeni bir arayüz tasarlamak icap ediyor. Söz ehlinedir. Antrenman yapmayan salonu meşgul etmesin. Vesselâm.
* Bu akademik bir makale olmadığı için uzun vadede edindiğim teorik ve pratik birikim üzerinden konuştuğum için kaynak, ayrıntı vermiyorum. Bu başka bazı yazılarım gibi sohbet havasında okunabilir.
** Mesela bunlardan biri Güney Amerika kıtasındaki Pirahalar, bir başkası da Avusturalya kıtasında bulunan aborijinlerden bir kısmı... Ciddi incelenmesi gereken bu kavimler ve dilleri hızla yok oluyor. Ehline alarm vermiş olayım.
*** Hadis-i bilmânâ.

Ahmet Kubilay 2020-02-06 00:14:03