Aman Ali Rıza Bey, Tadımız Kaçmasın

Behzat Malumaka

AMAN ALİ RIZA BEY, TADIMIZ KAÇMASIN
[“Birinci Dünya Savaşı’nın ortalarında bir zaman, Alman ve Avusturya ordu karargahları arasında cereyan eden bir telgraflaşmaya dair (muhakkak ki, sonradan uydurulmuş) bir anektod nakledilir. Almanlar, “Bizim cephede durum ciddi, ancak feci değil,” diye bir mesaj gönderir; Avusturyalılar da cevap verir: “Bizim cephedeyse durum feci, ama ciddi değil.” Çoğumuz, en azından gelişmiş ülkelerde yaşayanlar, içinde bulunduğumuz global felakete gittikçe bu gözle bakmıyor mu? Hepimiz, eli kulağındaki –ekolojik, toplumsal– yıkımın farkındayız, ama bu yıkımı ciddiye alamıyoruz, bir türlü. Psikanalizde bu tutuma fetişist yarılma denir: Gayet iyi biliyorum ki ... (ama inanmıyorum). Böylesi bir yarılma, gördüğümüz, işittiğimiz şeyi yok saymamıza neden olan ideolojinin maddi gücünün de açık bir göstergesidir.”]*

Babaannemin tam doğumla dünyaya getirdiği yedi çocuktan vefat eden iki numaralı çocuğu halam, bir buçuk - iki yaş dolaylarındayken hastalanmış ve mali sebeplerden dolayı yeterince beslenemediğinden bir süre sonra zayıf düşmüş. Babaannem bunu bize şu şekilde aktarıyor:
“Evet evet, bir çocuğum daha vardı. Öldü. Zaten kel kel (zayıf, güçsüz) bakardı.”
Nenemin bu tavrındaki Anglo-Sakson soğukkanlılığına bir türlü anlam veremedik. Bu beni düşündürdü. Duygusal kanaldan yayınlarına alışık olduğumuz için biraz afalladım. Bu günlerde bir anne bunu yaşasa nasıl tepki verirdi? Elbet üzülür insan ama bu şekilde aktarır mı acaba? Ancak ciddi bir kabulleniş ve kamil bir bakışla bürünülebilecek gerçeklik ona bunu söyletebilir. Anladım ki kabullenmiş. Zamanla, belki yavaş yavaş kabullenmiş. Eskilerin daha sert koşulları tecrübe etmiş olması da onun bu tavrını daha anlaşılır hale getiriyor. Bunun aksi gerçekleştiğinde elimizde fetişist yarılma kalıyor. Tüm yıkıcı gerçekliğe rağmen sarsıcı uyarıcıları kabul edememe felaketi... Wishful-thinking denilen, kötü gidişatı geçerli bir sebep olmamasına rağmen iyiye yorma hali bir şekilde bize hükmettiğinde, bütün krizlerin bizi teğet geçmesini bekliyoruz.

Milli mücadele döneminde cephe arkasında kalan son tanıkların verdiği röpartajlar ile hazırlanan Son Tanıklar belgeselinde anlatılanlara göre alenen anlıyoruz ki Anadolu’da bayrak indirilene kadar halk tam teyakkuza geçmiyor. Çekilen acıları unutup bir çeşit kasıt zaten arayamayız. Fakat Maraş’da yaşanan Osmanlı bayrağının indirilip Fransız bayrağının göndere çekilmesi olayına kadar iplerin bir türlü kopmaması, kriz yıllarının uzun süredir devam etmesine rağmen o dönemlerde karşılaştığımız bu toplu sessizlik düşündürücü. Sadece Maraş’ta da değil ülke genelinde rastlanılan bir durum bu. Baskınlarda sis bulutu dağılıyor ve işgal kemiğe dayanınca yaprak kımıldamaya başlıyor.

Hülasa göstergelerin gösterdiği yerde bizi gerçekler bekliyor. Ancak realiteyi inkar etmeyenlerce durum feci, hem de ciddi olabiliyor.

*Antroposen’e Hoşgeldiniz, Slavoj Žižek.

Behzat MÂLUMAKA 26.03.2019 (Proje 99)