Uğultu

Behzat Malumaka

Ağabeyimden emanet aldığım arabayla gezintiye çıktım. Işıklarda durduğumda kalorifer peteğinin altındaki gözde duran meşhur bir markanın usb belleği ile kısa süreli bakıştım. Eski bir model olduğu belleğin hacminden, hatlarından ve üzerindeki yazıların silinmesinden belliydi. Hemen teybe taktım, merakla beklemeye koyuldum. Yeşil yandı, devam ettim. İkinci viteste müzik çalmaya başladı. Üçüncü viteste iki binlerdeydim. Karışık yabancı mp3 listesi ile başbaşa kaldım. Önemli bir günün üzerinden henüz dört gün geçmişti. Kafamda hafiften otistiklerin sürekli duyduğu türden bir uğultu vardı. Anlaşılması zor bir metnin en vurucu cümlesini bir kekeme sürekli es vererek kulağıma fısıldıyor gibiydi.

Dikkat seviyemin düşüşünü - düşük dikkatime rağmen hayatta kalma içgüdümle sanırım - fark ediyordum. Şehrin en işlek anayolunda aynı şehrin en ucube altgeçitine doğru ilerlerken defalarca bu ölüm virajının klişeleşmiş tehlikesini işitmeme rağmen olması gerekenin iki katı hızla, tüm trafik levhalarını yok sayarak altgeçide girdim. Viraja tam girmek üzereyken, orada olduğumu fark edip frene tatlı bir dokundum. Direksiyonu sola kıvırırken DJ Akman çalıyordu. Bilenler bilir. Bilmeyenler lütfen araştırmasın. O arada onun yabancı şarkı olmaması ve o şarkı olması içimi gıcıkladı. Virajı dinlemek istemediğim birisini "He he!" diyerek geçiştirmek istercesine geçiştirmek istedim. "Tamam tamam. Hadi bir şey olmayacak." diye karnımdan üfürdüm. Sola dönüp düz yolu cepheme aldığımda halen sola döndüğümü ve arka lastiklerin kaydığını fark ettim. Tam o esnada, sonraki günler defalarca düşündüğüm, beni kaza yapmaktan kurtaracak olan, filmlerdeki gibi direksiyonu sağa kırarak paçayı kurtarabileceğim bilgisine sahip olmama rağmen, sadece izledim. Bilgisine sahiptim ama duygu - durumum darma dağınıktı.

Akledebilirdim ama şoförün bir başkası olması gerekiyordu. Direksiyon sizdeyken yol aynı yol olmayabiliyor. Şöyle ki aynı duruma sürüklenen birisini ekran başında seyretmiş olsaydım "Olmaz ki böyle, sağa kır şu direksiyonu." diyerek bilmiş bilmiş konuşabilirdim. Hatta çok daha öncesinde, "Bu adam bu haliyle kaza yapar." bile diyebilirdim ama sürücü bendim. Artık çok geçti ve çok geçmeden soldaki duvara aracın sol önünü, sürterek çarpmak suretiyle emdirdim. Emdirme esnasında kağıt gibi büzülen metal kaportanın tünelde ekolanarak çıkardığı o kulak zangırdatan ürpertici ses, kafamdaki uğultuyu susturdu. Derken emanetin sol arkasıyla duvara gayri ihtiyari bir de aparakat attım. Duvar metal yığınını göğsünde yumuşatıp aynı şiddetle karşılık verdi. Araç, duvarın ayağına iyi oturmuş olmalı ki, tek pasla arta kalan ön düzeni de karşı duvara teslim etti. DJ Akman hala 'son nefes' diye inliyordu. Neyse ki araç hareket edememek üzere durdu. Yine de el frenini çektim. Alışkanlık... Emniyet kemerini bağlamış olduğumu fark ettim. O da alışkanlık.
Araçtan inmeden önce, çıkınca elimi ayağımı nereye koyacağımı düşündüm. On çocukla biçare kalmış gibi hissettim. Arkamda seyreden araçlar altgeçit boyunca kazasız belasız arka arkaya ulanarak uzadı. Kapıyı tekmeleyerek dışarı çıktım. Bu tekme beni biraz rahatlatınca, pop klibine döneceğine aldırış etmeden, enkaza dönen aracı fütursuzca tekmelemekte bir beis görmedim. Gerçekten çok rahatladım. Günün sonuna doğru bir sessizlik hüküm sürdü. Duygu-durumunun, halin, yolun, yoldaşın, pratiğin, teorinin, içinde bulunmanın sahiciliğinin, yaşadığımın, bedenin içindekinin ben olduğumun daha da farkına vardım.

Sonra bir şey olmamış gibi evime gittim. Hiçbir şey olmadı.

Behzat MÂLUMAKA 01.05.2019 (Proje 99)