Üretmek-1

Behzat Malumaka

Yarım düzine birbirinden alakasız işlerde çalıştıktan sonra şimdi, bir süredir üretim işindeyim. Aslında insan bir şekilde hep bu üretme işinin kucağına düşer. Öyle ki konuşurken, yazarken, yerken hatta yürürken üretmeniz gerekir. Kaldırımı, direkleri, trafiği, nefesinizi, hesaplayarak küçük anlık rotalar oluşturmak zorundasınız. Bunları yaparken de ister istemez bir tarz oluşturursunuz. Temel açılardan hangi olaya, nesneye, şey’e yaklaşırsanız bir tarzının olduğunu fark edersiniz. Ben kendimi, bu noktada, tarzımı işe dair her şeyle alakalı olmaya konuşladım. Öncelikle kendi işimi yapmalıyım fakat bir yandan her akışı da takip etmem gerekiyor. Çünkü üretim araçları, farklı iş kollarını tek vücutta bünyesinde tutan birbiriyle alakalı benzer örüntülere sahip. Özellikle bu konulara değinerek, bunlar hakkında bir şeyler söyleyerek ilerlemeye çalışıyorum. Bir şeyler söylemeliyim ki dağınıklıklar giderilsin, denklem gerektiği gibi kurulabilsin, işlem sonuç versin, etkileşim sağlansın. Mesela bu bağlamda alt kültürde olduğu gibi kendini bilmek, tanımlamak ve tanıtmak diye bir şey yoktur. Tanımlar önemsiz, tarifler biçimsizdir. Zaman zaman, sinsice kötülüğünü iyilik kisvesi altına gizler ya da temas edemediğiniz alanları altın tepside sunar. Ancak siz fark edebiliyorsanız görürsünüz. Kendini, olduğu gibi tanıtmaktan bahsediyorum. İyiye iyi kötüye kötü demek. Beceremiyorsan yapamıyorum, yapabiliryorsan da sade bir dille abartmadan yapabilirim demek. Düşük yapmış topraklarımızda her ikisi de farklı sonuçlar doğurur. Yerine göre yapıyormuş gibi davranırsınız yerine göre anlamazdan gelirsiniz. Gayet farkında olunan siliklik, bu taşralı tarzıyla; kendince şaşaalı ev, araba, kıyafet türünden vitrin dekorlarıyla kapatılmaya çalışılır. Bunun şahsiyete ve iş hayatına yansımasını da varın siz düşünün.

Bir şeyler üretmek, bir ürün ortaya koymak, ona dokunmak, aksaklıklara direnç göstermek, sancısına rağmen yine o işe devam etmek gibi bir cümle öbeğini pek kullanılmayan hakikatli bir yol olarak zihnimde tutmaya çalışıyorum. Çünkü bu insanımız bir şeyleri yanlış yapıyor. Bu işler bu kadar da zor değil. Benchmarking denen bir teknik var mesela. Kıyas imkanı için firmanızın kapılarını bir başka firmayla karşılıklı olarak aralıyorsunuz. Farklı firmalar yöntem açısından eğer benzer işler yapıyorsa birbirleri ile işe dair fikir alışverişinde bulunuyorlar. Kolay yoldan eksikliklerinizi fark ediyorsunuz. Türkiye’de bir örneğini uygulayanı hiç duymadım.

Yaptığım iş Endüstri Mühendisliği alanına giriyor. Kaynakları kurcalamaya başladım. İlk defa bilinen manada teknik bir disiplinle bu kadar haşır neşir oluyorum. İstatistik, matematik, planlama ve yönetme alanlarında kendimi geliştirmek zorundayım. Sonra içinde bulunduğum sektörün terimleri var. Kelimeleriniz yoksa yaptığınız işe dair, işin bağlamlarını, kökenlerini bilmiyorsanız mesleğinize yabancılaşıyorsunuz. Gerçekten her şey her şeyle alakalı. Böyle bakamıyorsak kısılıp kalıyoruz. Alt kültür böyle bakmaz. Bir de onlara direnmeyi direnilecekler listesine eklemek zorundayız. Yapabilenlerin kültürü gerçekten çok yüksek. Her tınısıyla ayrı bir enstrüman kullanıyorlar. Kabul ettim.

Fütüvvet ehli büyük sanatçılardan oluşuyordu. Yazmak, çizmek, üretmek, hayata tesir etmek temel yaşam tarzıydı. Aynı şekilde ehillerin klas bir tarz sahibi olmasının bir sebebi de yaptığı işin törelerini, yakın anlamıyla akış klavuzunu oluşturmaktı. Ben de oturdum kendime bir iş töresi hazırladım.

Yaptığım hataları kaydederek tekrar etmesini önlemek amacıyla onları birer kurala dönüştürdüm. Hata yaptıkça kurallarım artmaya başladı. Çok zahmetli bir süreç yaşadım.

Fakat kuralları yazarken, o işle alakalı bazı küçük detayları farketmeye başladım. Zamanla alakasız işlerde kendi kendime farketmeden tedbir almaya başladığımı ve alakalı hataların azaldığını gördüm. Çünkü aynı örüntüler tekrar ediyordu. En önemsiz görülen aktivasyonların aslında neler kaybettirdiği kayıt tutmaya başladığımda ortaya çıktı. İstatistik için veri depolamak bırakılan izleri takip etmek gerekiyor. Kabul ettim.

Yaptığım işte bir işçi sizin kurguladığınız makine dizilişindeki küçük bir oran hatasından dolayı kendi dikkatsizliğini de ekleyerek bir uzvunu kaybedebilir. Duygudurumunuz, ne iş yaparsanız yapın, hayati öneme sahiptir. Yapacağınız basit bir toplama işi misal, kaybetmekten korktuğunuz şeyin çözümüne dair yapabileceğiz her şeyi yapmış olduğunuz bir problemin o an size çöreklenmesine karşı dirençsiz oluşunuzdan yanlış sonuçlanabilir. Yanlış hesap, maliyeti yüze katlayabilir. Böylece edindiğiniz bilginin değeri gündelik hayattaki normal akışınızdaki unsurlardan kat be kat değerli hale gelir. Meslek kutsaldır.

Puslu Kıtalar Atlası’ndaki casus, hikayede geçen bilginlere nispet ederek, bilgi hakkında şöyle diyordu: “Öyleyse onların doğru düşünmeleri için yeterince şart yok demektir. Çünkü onlar doğru düşünseler de düşünmeseler de nasıl olsa saygı göreceklerini, tehlikeye düşmeyeceklerini bildiklerinden hatadan da çok korkmazlar. Ama, mesela tüccarlar öyle mi? Bu mesleğin adamları doğru düşünmedikleri anda iflas ederler. Benim gibi casuslar da hata yapar yapmaz yakalanıp asılırlar. İşte bu yüzden, hata yaptığı anda servetini, hatta canını kaybedebilecek olmayan insanların fikrine güvenilmez. Çünkü malı, canı, sevdikleri tehlikede olmayan biri doğru düşünemez. Bilgi tehlike ile ölçülür dediğimde kastettiklerim bunlardı.”

Canımız gayet tehlikede. Üstümüze savrulan şu miskinlikle bezenmiş usanmışlık ve ciddiyetsizlikle bir müsabakam var. Yumruklarını çokca yediğimiz için ondan korkuyorum. Ve korkmamalıyız korkmaktan. O korkuyu dönüştürecek ilmi aramalıyız. 1600’lerde neredeyse tüm gerçek adamlarımızı kaybettiğimiz için kendi sırtımızı sıvazlayacak kadar arkaya gerilmemiz lazım.

Özetle yaygın kültürde, basit hataları engelleyememenin işin önemsenmemesinden, tarzın taşralı olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Velhasıl, Fütüvvet ehli bir köşede bakkal dükkanı açacak olsa bir uzay şirketi kuracak iş ciddiyetiyle bunu yapardı. Çünkü Allah evreni holografik yarattı. Kabul ettim.

Behzat MALÛMAKA 17.01.2020 (Proje 99)