Mazhar F. Gür

Mazhar F. Gür


Bir Başkadır Dizi Analizi

17 Kasım 2021 - 09:28

1.Bölüm
1:43 – Meryem’in hareket halindeyken bastırdığı şeyler, normalde “tutunacak bir dalı” olmadığı için sürekli ertelediği problemleri, çıkmazları; otobüsteki direğe “tutunduğu” o anda serbestleşiyor ve bu serbestleşmeyi yüzünde oluşan ablak ifadeden anlayabiliyoruz.

5:08 - Meryem, psikiyatr karşısında kendini boşlukta hissediyor, ne yapacağını ne diyeceğini bilemiyor. Bu duyguları yüzünde okunurken bir anda hafif gülümseme şeklinde takındığı maskesini takıyor. Bu maske, otorite olarak gördüğü herkese karşı taktığı bir maske. Kendi duygu ve düşüncelerini saklama tepkisini o kadar uzun süredir yapıyor ki bu maske artık seçilemez olmuş ve dışarıdan onun kişiliğiyle bir bütün haline gelmiş gibi gözüküyor. Bu arada iki zıt kültürün karşılaşmasından doğan şiddetli tezat, sahneyi oldukça ilgi çekici hale getiriyor. Meryem’in samimi (kendisinin bile fark etmediği gizli bir yapmacıklık olsa da) konuşma tarzına karşın Peri’nin yapmacık konuşma tarzı, Meryem’in şivesine karşı Peri’nin İstanbul Türkçesi bu tezatı besliyor. Peri’nin “konuşabiliriz”li yapmacık ifadesinden ve Meryem’e hitap ederken sesini tonlama biçiminden, muhatabını küçümsediğini hissedebiliyoruz.

6:22 – Peri “Konuşmak istediğin, içinden geçen ne varsa…” diyerek Meryem’i içindekileri anlatmaya yönlendirdiğinde, içindekilerle yüzleşmeyi sürekli ertelemeye alışmış olan Meryem, diğer doktorun sevk etme sürecini, “sevk etme” ifadesini vurgulayarak anlatıyor ve hem bu yüzleşmeden kaçıyor hem de başka bir otoriteye başvurarak kendi iradesini otoriteye devrederek karar verip harekete geçmekten, yani gerçek problemlerini anlatmaktan kendini kurtarmaya çalışıyor. Arka planda bu mücadeleler dönse de, o anda bayılmanın psikolojiyle alakalı olamayacağını ve bu muayenenin anlamsız olduğunu düşündüğü ve yine bunu söylemeye cesareti olmadığı için bu tepkiyi gösteriyor.

7:19 – Peri, Meryem’e ne zaman bayıldığını sorduğunda tarih değil olay odaklı bir cevap alıyor. Üç kez sormasına rağmen yine de tam olarak ne zaman bayıldığının cevabını alamıyor. Bu problem doktor-hasta diyaloglarında klasikleşmiş bir iletişim problemidir. Doktor öncelikle zihninde kronolojik bir olay sırası oluşturmayı hedefler. Hasta bu yaklaşımı ve kronolojinin önemini anlayamadığı için “Erzincan’a gitmiştik, halamın düğününe.” gibi olay odaklı cevaplar verir. Peri zamanı tekrar sorduğunda Meryem, “Ramazan’dan sonraydı işte.” diye cevap veriyor. Peri “Bu sene?” diye tekrar sorduğunda “Bu sene de oldu.” diye dolaylı bir cevapla karşılaşıyor. Burada Peri’nin Ramazan’ı takip etmediği, son Ramazan’ın geçen sene olduğu çıkarımı yapılabilir. Meryem de kusur olarak gördüğü bu durumu yüzüne vurmaktan kaçınarak bu dolaylı cevabı vermiş oluyor.

Meryem bayılmalarını anlattığında hep evlilikle ilgili bir durum üzerine bayıldığını anlıyoruz. Halasının kızının düğününde, yan komşularının nişanında, “Esra Erol’u” izlerken… (Dizinin son sahnesinde de yine evlilik düşüncesiyle yüzleşmesiyle, yüzüğü fark edince bayılacak.) Daha ilk cümlelerde Meryem’in bastırılmış evlenme isteği gün yüzüne çıkıyor. Gerçekten de basit arzular, ufak müdahalelerle hemen ortaya çıkarılabilir. Peri “Esra Erol’a bakıyordum.” cevabının üzerine “Evlilik programı, değil mi?” diyerek aradaki bağlantıyı anladığını bize göstermiş oluyor.

8:04 – Meryem’in aldığı iltifata karşı kısık sesle “Allah razı olsun abla.” deyip bir afallaması, iltifat edilmeye alışık olmadığı ve buna ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

11:08 – Meryem, “Çalışıyor musun?”, “Sinan Bey kim?” gibi yüzleşmek istemediği sorularla karşılaştığında konuyu değiştiriyor. Bu iki soruya ilk anda cevap vermemesinin nedeni, Sinan’a karşı hissettiği “yasak” duygularını gizlemek istemesi. Bu konuyu değiştirme davranışı, konversiyon bozukluğu denilen ruhsal bozukluğun tipik bir özelliğidir.

12:10 – Seans esnasında pencerenin açılmasıyla ezan sesi gelmesi, izleyiciye iki kültürün çatışmasını daha da derin hissettiriyor.

12:34 – Meryem'in, yengesinin durumunu anlatırken ev işlerini yapamamasını vurgulaması ve yengesinin durumu için “doktorluk bir şey değil” demesi; aile ve çevresinde psikiyatrik rahatsızlıkların tıbbi çözümüne inanılmadığını ve bu rahatsızlıkları olanların suçlandığını gösteriyor. Aslında “doktorluk bir şey” olmadan önce gerekli telkinler yapılabilse depresyon derinleşmeden bu insanlar iyileşebilir. Ama altkültürde bu tür bir problem çözme yeteneği olmadığı için en küçük problemler bile semirip dev boyutlara ulaşarak insanların sırtına kambur oluyor. Travma yaşayan insanlar da dünya kendi etraflarında dönüyormuşçasına travmalarını ısrarla peşlerinde sürükledikleri için bu iş daha da zor hale geliyor. Psikiyatri hastaya yaklaşım tarzı da aslında tam olarak çözüme odaklı değil. Meselenin telkin yönüne yeterince ağırlık verilmediği ve kişiye özel esnek yaklaşımlar geliştirilemediği için başarılan şey sadece hastanın kötü gidişatını yavaşlatmak oluyor. Hasta taburcu olup yine aynı ortama atıldığında hastalık nüksetme eğiliminde oluyor.

13:21 – Meryem’in yengesi için “Sigara içiyor bir de.”, “Hoca efendi ’En başta o sigarayı bırakacak’ demiş.” demesi, kültürlerinde kadınların özellikle “evin içinde” sigara içmesinin ayıplandığını gösteriyor. Ayrıca majör depresyondaki bir hastada, gerekli hiçbir psikolojik destek ve telkinler yapılmadan sığındığı sigaranın kısıtlanması tehlikeli olabilir.

15:13 – Meryem’in “Yengem de yapıyor. Güzel de yapıyor da soğutuyor. Bir de köpük olacak kahvede.” demesi altkültürdeki dürüst olmayan dile güzel bir örnek. Başkalarının eksiklerini söylerken dolaylı bir dil kullanıyor. Bu dili, “İnsanların eksiklerini bir başkasına söylemek ayıptır” düşüncesiyle yapsa da aslında yine o eksiği söylemiş oluyor, sadece dolaylı olarak. Ortada “başkasının ayıbını örtme” düşüncesi varsa da sonuç olarak buna aykırı davranmış oluyor.

15:20 – Altkültürde “yoğurdun kaymağı, kahvenin köpüğü” gibi klişe ifadelerin büyük bir hevesle kullanıldığı tasvir edilmiş.

26:50 – Peri, içinde başörtülülere karşı engelleyemediği bir öfke hissi oluştuğunu söylüyor. Bunun yanlış olduğunu bilse de… Bu güçlü his, mesleki etiğe aykırı olarak hastasını sübjektif bir açıyla değerlendirmesine neden oluyor.

29:28 – Peri “Onlar güçlü olan. Onlar, çoğunluk onlar.” dediğinde, zıt kültürlerin arasındaki çatışmanın ne boyutta olduğunu ve zihinsel ayrışmanın o kültüre karşı bir azınlık psikolojisi geliştirecek kadar derin bir boyutta olduğunu anlıyoruz.

30:52 – Hocanın yapay – canlı çiçek metaforu üzerinden “dünya hayatına dalıp ahireti unutma” ile Ruhiye’yi suçlaması, psikiyatrik hastaların altkültürde suçlanmasının nedeninin, dini yorumlama biçimindeki arızadan kaynaklandığını anlıyoruz.

33:34 – Hoca Meryem’e “Psikoloğa gidecektin sen, ne oldu?” diye sorduğunda Meryem rahat bir şekilde yalan söylüyor. Hatta yüz ifadesinden bunu yapmaktan keyif aldığını görüyoruz. Ahlaki olarak çok daha hafif birçok konuda titizlikle öz kontrol yapmasına rağmen çok kolay bir şekilde yalan söylüyor. Ayrıca hocanın fikirlerini çok önemsediği halde, keyif aldığı bu seansa gitmemesini isteyeceğinden korktuğu için bunu saklayarak, bu inancının temelinin kendisi farkında olmasa da gerçekte zayıf olduğunu görüyoruz. Bunun dışında, hocanın kurduğu bu cümleden psikolog - psikiyatr ayrımının zihinlerde olmadığını görüyoruz. Dizide birçok yerde farklı karakterler üzerinden altkültürde yaygın olan bu anomaliye vurgu yapılmış. “Koronavirüs hastalığına yakalanmış.” demek yerine “Korona olmuş.” demek ya da “Şu tabureye otur.” yerine “Şu sandalyeye otur.” demek gibi.

40:10 - Sinan’ın terapist – hasta ilişkileri hakkında “Çok acayip ya sizin bu olaylar” ifadesini kullanmasına Gülbin gıcık oluyor. Çünkü “olaylar” diyerek onun konuya sığ baktığını, üzerine pek düşünmediğini ve laf olsun diye konuştuğunu hissediyor.

2.Bölüm
3:21 – Yasin’in perişan haliyle keskin bir tezat oluşturan neşeli bir telefon zil sesi duyulur. Dizide buna benzer ironik dokunuşlar bolca kullanılmış.

6:48 – Yasin, Ruhiye’nin kıble yönünün tersi yönde namaza duracağını görür. “Hepimizi yakacan.” diyerek onun yüzünden “başlarına taş yağacağını” ima eder. Bu arada Ruhiye, yaşadığı travmayla ilişkili olan cennet hurması ağacına bakar ve gözü dalar. Yasin de bunu fark edip buna tepki olarak o meyvelerden birini alıp karşısında kendi ağzına basar. Bunun üzerine Ruhiye sinir krizi geçirir. Bu ve buna benzer birçok sahnede vurgulanan şey, Ruhiye’nin bir hasta olduğunun ıskalanması ve bu tuhaf davranışlarının öfkeyle karşılanması. Onun yaptığı tuhaf şeyleri ona söyleyerek ikna edebileceklerini düşünüyorlar. Ruhiye’nin depresyonunun kaynağını bal gibi bildikleri halde onu travmasıyla yüzleştirip bunu aşmasını sağlayacak telkinlerde bulunmak varken sürekli başarısız oldukları halde kendi yöntemleriyle “aklını başına getirmeye” çalışıyorlar.

21:15 – Peri de tıpkı Meryem gibi yüzleşmek istemediği şeyler karşısında konuyu değiştirmeyi seçiyor. Aradaki tek fark, Meryem’in yaptığı gibi sinsice ya da iradesizce değil daha açık bir şekilde yapıyor. Aslında karşı tarafı altkültür olarak görse de Peri de altkültür kodlarına göre hareket ediyor.

28:29 – Meryem çocuğu yemeğe çağırırken “Bak sıcak ekmek de aldım, taze.” İfadesini kullanıyor. Yeme – içme konusunda altkültüre has bazı ifade paternlerinden biridir bu. Özellikle Meryem’in repliklerinde bu paterne sık sık rastlıyoruz. Bu ifade biçiminin tuhaf ama yaygın kalıbı, yiyecek – içeceği niteleyen sıfatlardan birinin sona bırakılmasıdır. Bu örnekte “taze” sıfatı sona bırakılıyor.

32:35 – Yasin sadece üç sahnede gözünden yaş gelecek şekilde ağlıyor. Birincisi hocasına yani baba figürü olarak gördüğü otoriteye içini dökerken, ikincisi Meryem’i tersledikten sonra Meryem’in sitem edip ağlar gibi olduğu sahne (5.Bölüm, 35:55). Üçüncüsü de Ruhiye’nin düzelip konuşmayan çocuğunun dillenmesi üzerine tüm problemlerin çözüldüğünü hissettiği anda (8.Bölüm, 13:55)… Bu üç sahnenin ortak özelliği, Yasin’in yaşadığı problemlere karşı savunma mekanizması olarak geliştirdiği agresif tepki davranışını terk ettiği anlar olması. Bulunduğu arabesk ortamın feminize edici etkisine karşı erkeksi agresyonu terk ettiği bu anlarda arabeskin feminize edici etkisi altına giriyor ve gözyaşları yanağından süzülmeye başlıyor.

3.Bölüm
3:49 – Ruhiye gördüğü kabustan uyanıp Yasin’le konuşarak rahatlamaya çalışır. Yasin ise karısını daha önce defalarca konuşturmaya çalışıp hiçbirinde karısından cevap alamadığı için “Konuşmuyorum ben senle.” diyerek konuşmayı reddediyor. Bir de üstüne, Ruhiye “Rüyamda gördüm ben seni.” deyince de onu tersliyor ve dinlemeden yanından kalkıp gidiyor. Bu noktada belki Ruhiye içini dökecek, biraz olsun normalleşecekken ve onun daha sonra geçireceği sinir krizinin de kaynağını oluşturan bu aldatma temalı rüyayı Yasin’le paylaşması, o sinir krizini engelleyebilecekken Yasin bu fırsatı mahvediyor. Bu sahnede, altkültürün problem çözme fırsatlarında normalde kolayca yapılabilecek küçük bir hamleyi dahi tuhaf bir şekilde yapmama eğilimi tasvir edilmiş.

13:20 – Bu sahnede bilmediğini bilmeyen, çoğunlukla da kaynağın güvenilirliğini sorgulamadan birkaç şey okuyup o konuyu tamamen bildiğini zanneden insanlara bir örnek görüyoruz. Hilmi, “E şimdi bunların inandığı inancın bir diğerinden bir farkı mı var?” diyerek muhatabına “Yok.” cevabı isteyen bir tonlamayla soru yönelttiğinde, çok derin bir mevzuya daldıklarını düşünür gibi gözleri kısılmış şekilde onu dinleyen adam otomatik bir “Yok.” cevabı veriyor. Altkültürün bir başka kodu. Dikkatli bir şekilde dinler gibi yaptığı halde bağlamı anlamayan ve çok basit yönlendirmelerle iki zıt cevabın da rahat bir şekilde alınabildiği bir pasif dinleyicilik tarzı…

22.06 – Gülbin, erkek arkadaşına Peri'yle olan seanslarından bahsederken, Peri'nin Meryem'e olan aşağılayıcı bakış açısından dolayı Peri'ye karşı hissettiği öfkeyi ifade ediyor ve onunla alay ediyor. Burada, muhafazakar doğu kültüründen gelip içinden geldiği kültürü gizlemeyi tercih eden, bu kültüre uymayan bir yaşam tarzını seçen ama diğer yandan benzemeye, aralarına karışmaya çalıştığı insanlarla da alay eden kişiler tasvir edilmiş.

34:20 – Tipik olarak televizyonda seviyesiz bir şey izlerken yüzlerde oluşan anlamsız ifadenin olduğu bir tabloyla başlayan sahne, empati yoksunu travmatik bir kişilik olan Yasin, sanki karşısındaki o anlatmadan bildiklerini biliyormuş gibi, sorulara kısa cevaplar verir ve çok basit bir şekilde ifade edilebilecek bir mevzu, Meryem’in sonu gelmez sorularıyla ağır ağır ilerleyen uzun bir diyaloğun sonunda zar zor anlaşılabilecek bir kıvama gelir.

36:24 – Bu sahnede, altkültürde “fırsat olmadı” kalıbıyla üretilen tipik bahaneye – yalana şahit oluyoruz.

4.Bölüm
16:14 Gülbin, felçli kardeşine kenevirden üretilen deneysel bir ilaç verir. Gülbin'in muhafazakar kardeşi Gülan ise bunu duyunca kıyameti koparır. Gülbin'e, uyuşturucu üretiminde kullanılan bir maddeyi, felçli kardeşlerine - üstelik onlara sormadan - vermesinden dolayı hesap sorar. Gülan, bu ilacı kullanmayı "dinden imandan vazgeçmek" olarak nitelendiriyor ve Gülbin'i pis işlerine hasta kardeşini de alet etmekle suçluyor. Burada kapsülünde domuz jelatini kullanılan ilacın haram olduğu inancına benzer bir anlayış var. Beslenmek için veya keyif vermesi için kullanılması dinen yasaklanan maddelerden üretilen ilaçların da haram olduğu düşüncesi... Ayrıca Gülan, Gülbin'in ailesi tarafından olumsuz karşılanan seküler yönlerine gönderme yaparak adam karalama safsatasına başvuruyor.

Gülbin "Doktorum, araştırmadan hiçbir şey yapmam." dedikten sonra anne ve babasından destek bekliyor ama kimse sesini çıkarmıyor. Burada uzmanlığa güven ve saygının altkültürde eksik olduğu tasvir edilmiş. Daha sonra (17:57) Gülbin, Gülan'a "Ne düşündüğümü zerre kadar önemsiyor musun?" deyince kardeşi "Gördük biz senin ne düşündüğünü." diyerek yine adam karalama safsatası yapıyor. Devamında "Okumadık biz, geriyiz biz, ne yapacaksın sen bizim aklımızı." gibi iğneleyici ifadeler kullanıyor. Burada, köyden şehre gelip zenginleşse de şehirleşmeyi başaramamış insanların, aralarından okuyarak sivrilenlere karşı hissettikleri düşmanlık tasvir edilmiş.

26:25 – Bu sahnede, hocanın Meryem’in seansa gitme meselesinin çok üzerine düşmeden kendi problemini çözmeye yönelmesiyle Meryem’in hocaya karşı bağlılığı zayıflamaya başlar. Hocayı, zevk aldığı seansların önünde bir engel olarak görmesiyle başlayan hocaya karşı tepkiselliği, bu olayla hızlanmış olur.

5.Bölüm
29:22 – Köye giderlerken Yasin’in “İçin çürümüş senin için. Kanın kurumuş.” gibi ağır sözleriyle tetiklenen sinir kriziyle Ruhiye başını cama vurmaya başlar. Yasin, arabayı güç bela kenara çekerek arabadan iner. Meryem de bu atmosferi dağıtmak için absürt bir yola başvurur. Oyun havası açarak bir yandan da parmak şakırdatarak ikisini de oynamaya davet eder. Altkültürde bu tür krizlere yaklaşımın çözüme ne kadar uzak kaldığı trajikomik bir şekilde tasvir edilmiş.

6.Bölüm
2:29 – Meryem, Peri’nin “Benim vazifem bu.” demesiyle, bu işi para kazanmak için, meslek icabı yaptığını ve kendisinden başkalarıyla da görüştüğünü, yani bunun bir dost sohbeti olmadığını idrak eder ve bir anda ortama yabancılaşır. Durumu anlayıp düzeltmeye çalışan Peri, ona “Hazal” diye seslenince durum daha da kötüleşir. Sonradan Hazal’ın nereden çıktığını anlıyoruz. Hazal, evlerine eskiden gelen bir temizlikçi. Annesi de yanlışlıkla başka bir başörtülüye Hazal diyor. Evlerine gelen belki de ilk başörtülü olan Hazal, annesinde tüm başörtülüleri birleyen bir sembol isim haline gelmiş. Peri’ye de bu özellik, bu yaklaşımın yanlış olduğunu bildiği hatta belki annesini bu konuda eleştirdiği halde genetik bir miras gibi geçivermiş.

28:42 – Altkültürde bilmediğini bilmemek halinin bir yansıması olarak “dışavurum atmak” gibi bir terminoloji hatasına şahit oluyoruz.

39:37 – Hilmi, hocayı pide yemeye davet eder. Hoca aç olmadığı için teklifi reddederken “Siz yiyin dönerinizi” ifadesini gayri ihtiyari olarak söylüyor. Hilmi ise çoktan hocanın yemek yemek istemediğini anlaması gerekirken “Döner söyleyeyim hocam?” diyerek ısrar ediyor. Burada, altkültürde nezaketen söylenen ama hiçbir anlamı olmayan ve akışın bozulmasına, zaman kaybına yol açan arızalı bir kodu daha hatırlıyoruz.

8.Bölüm
Son bölüm Meryem’in Çokomel yediği sahneyle başlıyor. Sanki burada Çokomel, bir arzu nesnesi olarak işlenmiş. Meryem, Çokomel’i yiyor yani arzusunun peşinden gitmeye kesin olarak karar veriyor. Bu arada onu bu sahnede başörtüsüz olarak görmemiz bir rastlantı değil. Başörtüsü burada arzularını engelleyen şeyleri simgeler şekilde tasvir edilmiş.

Genel olarak dizide mevcut stereotipler, yaygın çatışmalar konu edilmiş. Altkültürde hakim olan birçok kod işlenmiş. Soruya direkt cevap vermeme, konuşurken karşıdakinin yüzüne bakmama, empati kurmadan yüzeysel konuşma gibi iletişim arızaları vurgulanmış. Psikiyatrik hastalıkların tıbbi bir durum olarak değil bir tür “günah” olduğu algısından ve uzmana danışmanın küçümsendiğinden bahsedilmiş. Psikiyatrların da hastalarıyla sağlıklı iletişim kuramadıkları, insanların aşamadıkları küçük meselelerin küçüklüğünü söylemekten, duymak istemedikleri şeyleri söylemekten çekindikleri için hastalarına yeterince yardımcı olamadıkları tasvir edilmiş. Toplumun farklı kesimleri arasındaki keskin kültür çatışması, toplumsal ayrışmanın günlük hayattaki yankıları işlenmiş. Altkültürde yaygın olan, psikiyatra psikolog denmesi gibi dil hataları işlenmiş. Altkültürdeki iletişim bozukluğunun telefon konuşmalarında daha da derinleştiği tasvir edilmiş. Baba yokluğu gibi, otorite boşluğuna sebep olan durumlarda, bu boşluğu doldurabilmek için hocalara sığınıldığı ve hocaların yüceltildiği, onların yaptığı şeylerin abartılıp olduğundan daha erdemli bir davranış olarak yorumlandığı ama küçük menfaatlerle çatışır duruma gelindiğinde ise hocaların sözünün bir anda hükümsüz hale de gelebileceği tasvir edilmiş.

Son olarak dizinin senaryo, kurgu, oyunculuk ve dizi müzikleri bakımından gayet başarılı olduğunu, sahnelerin oldukça gerçekçi olduğunu, mizahi öğelerin çok güzel bir şekilde iliştirildiğini de söylemeden geçmeyelim. Bu tür orijinal yapıtların devamının gelmesini umuyoruz.

Mazhar F. GÜR 19.12.2020 (Proje 99)

YORUMLAR

  • 0 Yorum