Senaryosunu Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi’nin yazdığı Gibi isimli dizi 12 bölümden oluşuyor. Dizi ile ilgili notlarımı alıp, yazının çatısını oluşturduktan sonra diziyi izleyen insanlar diziyle ilgili neler düşünüyor acaba diye merak ederek bir sözlükte dizi hakkında yazılan bazı yorumları okudum. Dizi için Black Mirror-Bağcılar ve gariban Black Mirror’u diyenler olmuş. Diziye yapılan yakıştırmalara biraz hak verdim. Black Mirror’da teknolojinin insan hayatına yapabileceği olumsuz etkilere dair senaryolar anlatılırken, Gibi dizisinde alt kültürün insan hayatına yaptığı olumsuz etkiler anlatılıyor.
Diziyi izlerken "Bütün bu hikayeler, senaryo çok absürt duruyor, olmaz böyle şey!" demedim. Her gün maruz kaldığımız, yaşadığımız ya da yaşama ihtimalimiz olan şeyler anlatılıyor aslında dizide. Karakterler, karakterlerin söyledikleri, yaptıkları çok tanıdık. Her gün ülkemizde yaşanmış ne olaylarla karşılaşıyoruz internette. Ne yani köfte-kokoreç tezgahı açmaya zorlanan iki insanın hikayesi mi şaşırtacak bizi?
Dizide Yılmaz ve İlkkan isimli iki arkadaşın başından geçen ve anormalin normal kabul edildiği, günlük hayatımızda insanlara gayet normal gelecek olaylar anlatılıyor. İlk bölümde karakterlerimizin sınavı Ersin ve şürekasıyla. Karakterlerin hepsi belli arızaların vücut bulmuş halleri. Yılmaz ve İlkkan da belli arızaları taşıyorlar. Yani bu dizide kimse masum değil. Diziyi tarafsız bir şekilde izler ve buna bir dizi diye bakmazsak göreceğimiz ve üzerinde konuşacağımız bir sürü şey çıkıyor ortaya.
Dizinin ilk bölümünde Yılmaz ve İlkkan isimli iki arkadaş bir kokoreççinin önünde taksi bekliyorlar. Kokoreç dükkanının tabelasındaki kokariç yazısını gören iki arkadaş gülmeye başlıyorlar ve kokariç yazısının önünde fotoğraf çekiyorlar. Yılmaz’ın “Kardeşim şu dilimizi düzgün konuşun ya bizim dilimiz bu.” serzenişiyle beraber Kokariççi Ersin “Deminden beri sizi izliyorum da…” diyerek olaya dahil oluyor. Yılmaz’ın bu cümleye cevabı çok önemli: “Neden?”. Evet neden? Neden milleti izliyorsun Kokariççi Ersin?
Kokariççinin “Neye gülüyorsunuz, söyleyin biz de gülelim?” sorusuna “Kendi aramızda bir şeye gülüyoruz.” şeklinde gerçeği yansıtmayan bir cevap veriyor iki arkadaş. Bu da Yılmaz ve İlkkan’ın ilk kıvırma girişimi. Belki de kokariççinin o karmaşık dünyasına adım atmamak için bir görmezden gelme girişimi. Biliyorlar ki bu kokariççiye laf anlatmak nerdeyse imkansız. Adam klişe kelimesinin vücut bulmuş hali. Bir şey fark edermiş gibi “Kimsiniz siz ya?” gibi sorular soruyor iki arkadaşa. Biz Türk Dil Kurumu’ndan geliyoruz tabeladaki kelimeyi yanlış yazmışsınız deseler bir şey değişecek sanki. Zaten internetten kelimenin doğru yazılışına bakıp “Al işte ne yazıyor: Kokoreç” deyip bütün hatasını geçiştiriyor daha sonra Kokariççi Ersin.
Kokariççi Ersin “Bu maymunlar bizimle dalga geçiyorlar.” diyerek yancısı Erdem’i yardıma çağırıyor. Erdem de erdemsizliğin yüzü bu bölümde. Bomboş bir insan. Kokariççi Ersin biz diyor ama Erdem “Siz kimsiniz lan benimle dalga geçiyorsunuz?” diyerek BEN'liğini dışa vuruyor. Bu arada İlkkan hala yazım yanlışına güldüklerini inkar ediyor. Ta ki doğrucu Davut Yılmaz sinirlerine hakim olamayıp yazım yanlışına güldüklerini açık edene kadar. Sonuna kadar da savunuyor kelimenin doğru yazılışını. Yılmaz’ın ismi dizi boyunca maruz kaldığı olaylara karşı yılmaz duruşu sebebiyle Yılmaz galiba. Ama ne gudümsüz herifmiş yani başına gelmeyen kalmıyor.
Erdem, Ersin, İlkkan, Yılmaz… Hepsinde duygudurum kontrolü ile ilgili sorun var. “Ben bunu yapıyorum, satıyorum bana mı öğreteceksiniz lan?” diyerek tertemiz bir safsata örneği sunuyor Kokariççi Ersin. Yılmaz ve İlkkan biz de köfte-kokoreç işine girmek istiyoruz onun için sizin tabelanın önünde fotoğraf çekildik minvalinde şeyler söyleyince Kokariççi Ersin birden yumuşuyor ve “Aracı nereye düşünüyorsunuz peki?” diye soruyor. Bu nasıl bir geçiştir yahu? Bu ani dönüşümün tek bir açıklaması var. Kokariççi Ersin gibi tipler için karşılarındaki insanın kendilerinden birisi olması her şeyden önemli. Bu tipler seni kendilerinden biri olarak görünce istediğin kadar kötülük yapabilirsin, gözlerini, kulaklarını kapatır, seni onaylarlar.
Yılmaz inadıyla başlarına gelenlerle baş edebileceğini zannederek, İlkkan ise yalanla ve kıvırmayla işleri çözebileceğini zannederek büyük hata yapıyor. Alt kültürün kendilerindeki ve karşılaştıkları insanlardaki yansımalarıyla nasıl başa çıkacakları malum. Üçüncü halin imkanıyla tabii ki. Kapı ne açık ne de kapalı çünkü kapı yok diye bakacaklar olacak bitecek. Ama bu iki arkadaş ne yapıyor? Kendilerini köfte kokoreç tezgahı açmak için zorlar duruma gelen bir grup insana hayır demenin yollarını ararken olmayan bir ortaklığı bitirme noktasına geliyorlar. Adamlar hayali bir işte bile ortak olmayı beceremiyorlar.
Kokariççi Ersin her tarafı dökülen bir araba buluyor, bu araba cıncık gibi diyor bunlar onaylıyorlar. Bir kasap elinde dana butla gelip “Dana but en önemli bileşenimizdir ama siz köfte kokoreç yapacağınız için dana budu asistanım Sadık Sönmez’e teslim ediyorum ve devam ediyorum.” deyince tamam biz sizinle çalışmak istiyoruz diyorlar. Çakma gurme Soysal ve gayet Mesut yancılarına müşteri temsilciliği için onay veriyorlar. O kadar çok onay veriyorlar ki bir sahnede Kokariççi Ersin, Yılmaz ve İlkkan’ın hayali paraları için bizim paramız ifadesini bile kullanıyor. La oğlum hayır desenize! Bak çok basit: Hayır! Ama onu en başta yapacaksın. Bir de öyle ağızdan çıkan kuru bir hayırla bu alt kültürün insanının her yerine bulaşan yapış yapışlığından yakanı kurtaramazsın. Her halinle hayır diyeceksin. Sen bir kez kapıyı aralarsan bırak evini ruhuna nüfuz eder bu meret.
Neticede Yılmaz polisi arayıp, durumu anlatıp yardım istiyor. Polisin zor durumda olduğunu söyleyen bir insandan TC Kimlik Numarası istemesini eleştirmişler bu sahnede. Bir süre sonra polis ani bir baskınla Kokariççi Ersin ve ekibini suç üstü yakalıyor. Yılmaz ve İlkkan bu olaydan paçayı kurtarsalar da senaristler bu iki karakteri ilerleyen bölümlerde alt kültürün arızalarını göstermek için kullanmaya devam edeceğinden başlarına gelmeyen kalmayacak. Devam edecek.
Nizamettin Hayyam VURAL
YORUMLAR