Nizamettin Hayyam Vural

Nizamettin Hayyam Vural


Gibi Dizisi ve Gülme Üzerine

10 Mart 2022 - 16:13

İnsanların büyük bir kısmının ciddiyetle ilgili sorunları var. Ciddi değiller demek istemiyorum, surat asarak ciddi olmaya çalışıyorlar. Ciddiyet sahibi olmanın, ciddi işler yapmanın surat asarak mümkün olacağını zannediyorlar. Gülerek de pekala ciddi olunabilir, ciddi işler yapılabilir. Peki neye ve niçin güleriz? Bu sorunun cevabını Gibi dizisi ve bu dizinin senaryosunu yazmış iki isim üzerinden arayacağım: Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi. Bu iki ismi kendilerinin kendileri hakkında verdikleri bilgiler ile birazcık tanımaya çalışalım. Dünya kimseye kalmaz, tanımaya çalışalım. Çalışalım.

Feyyaz Yiğit çocukluğunda iki tane oyuncağı olduğunu söylüyor: Batman ve kamyon. Kamyona mal yükleyip (kitap) Batman'e değnekçilik yaptırırmış gel gel diye. Sağlam bir zeminin üzerinde rahatça komedi yapmanın imkanından bahsediyor bir konuşmasında. Altında bir öykü olduğu zaman yapılacak hiçbir şeyin havada kalmayacağını söylüyor. Çocuklarına vereceği ilk tavsiyenin ne olacağı sorulduğunda "Her şeyin her hali çok güzel olabilir. İlla ki bir şeyin bir halinin peşinden koşma. Her şeyin her halini beğenmeye çalış derdim." diyor. "Ülkedeki bir şeyi değiştirsen bu ne olurdu?" diye sorulduğunda "Ülkedeki bir şeyi değiştirsem bu herhangi bir şey olabilirdi." şeklinde cevap veriyor.

Gelelim hiçbir şeyle romantik, sakat bir ilişkisi olmadığını söyleyen Aziz Kedi'ye. "Kesintisiz mutluluk diye bir şey yok. İnsanın hayatından o sonsuz kaygıyı çıkardığında geriye kalan şey fena değil." diyor. Kendi cümleleriyle kendisini şöyle tanıtıyor bize: "Kendi adıma yanlışlardan başka bir şey yapmadım. Faydalı, iyi ve hayırlı hiçbir şey yapmadım gençliğim boyunca. O yanlışların temeli şudur herhalde, benim şöyle bir şansım oldu; çok küçük bir yaşta örneğin hayatta ne yapmak ne yapmamak isterim sorusuna benim yanıtım çok erken yaşta cebimdeydi. Ne yapmamam gerektiğini adım gibi biliyordum. Babam gibi olmayacağım, şu amca gibi olmayacağım, bu abi gibi olmayacağım. Biliyordum yani." Gibi dizisinin isminin nereden çıktığını buldum galiba! Neyse abartmayayım.

Bu iki isim Gibi dizisinde, yazının başında bahsettiğim, ciddi olmaya çalışarak ciddi işler yapmaya çalışan insanların ortaya çıkardığı gülünç tabloyu gözler önüne seriyor. Bunu da ciddi bir şekilde yapıyorlar. Gibi, büyük bir ciddiyetle ama bir taraftan da gülerek yapılmış bir dizi. Diziyi izledikten sonra surat asarak ciddi olmaya çalışmanın kişiyi ancak zeki insanların elinde bir komedi malzemesine dönüştüreceğini görebiliriz.

Ciddi olmak adına gülmeyi bırakan insanların grileştirdiği bir ortama rengiyle tepki veren bir dizi olmuş Gibi. Her bir bölüm ve teması içine birazcık duygu eklense sizi kızdıracak türden ama güldürüyor. Niçin? Çünkü Henri Bergson'un tanımıyla "Pek çok hareket, kendisine eşlik eden duygusal ahenkten koparıldığında bir anda ciddi olmaktan çıkıp gülünç hale gelir." Gülüncün saf akla hitap ettiğini söylüyor Bergson. "Bu akıl diğer akıllarla ilişki halinde olmalıdır." diyor. Bu dizinin birbirine benzeyen, sınırlı sayıda ama belli bir kalite algısı olan bir grup izleyiciyi bir araya getirebilmesi belki de ortak bir akıl inşa etmesi sayesinde olmuştur. Belki şu bir türlü gülemeyen "ciddi" insanların sorunu bir tür duygudurum bozukluğudur ne dersiniz?

"Herkesin gözyaşları döktüğü bir vaazda kendisine niçin ağlamadığı sorulan bir adam şöyle yanıt vermiştir: 'Ben bu cemaatten değilim.' Adamın ağlamakla ilgili söylediği, gülme için daha da doğrudur. Ne kadar içten olduğunu zannetsek de gülme, gerçek veya hayali, gülen diğer kişilerle yapılmış bir ittifakın, hatta nerdeyse bir suç ortaklığının art düşüncesini barındırır." diyor Bergson. Bu diziye neden herkes gülmüyor sorusunun cevabı bu alıntıda gizli. Dizinin malzemesinin kendisi bu diziye neden gülsün ki?

Gibi dizisi gibi yapımların, belli akıl tutulmalarına -eğlenceli bir şekilde- ışık tutarak aynı akıl tipindeki insanların birbirlerini fark etmelerini sağlamalarını önemli buluyorum. Hatta belki de bu tip işlerin takipçi sayısına bakarak belli bir seviyenin üzerinde kalite algısına sahip insanların ortalama sayısına bile ulaşabiliriz. Fakat sayılar çok önemli değil, akıllıca işleri gördükçe azalarak çoğaldığımızı görüyorum. Neticede "yapılan işin saçmalığı seyirci sayısı ile doğru orantılı" değil midir?
Nizamettin Hayyam VURAL

YORUMLAR

  • 0 Yorum