Tilki uykusundan uyandığımız sabah kendimizi cılbır yerken bulmuştuk. Kaderimizde varmış deyip yediğimizi içtiğimizi sorgulamadan yaşamaya devam ettik. Güneşe Şems demeyi tercih ettiğimiz günlerdi ki o zamanlar bir şeyleri tercih etme lüksüne sahiptik. Şimdi daha kendimize bile sahip çıkamadığımızı fark ediyoruz. Tercih bizim için artık boş tenekenin çıkardığı rastgele seslerden ibaret.
Eşekten inmiş, en süratli atlara binmiş hızlıca geleceğe doğru yol alıyorduk. Zafere koştuğumuzu söylersem hata etmiş olurum. Yola çıktığımızda zaten bir zaferi kazanmıştık bile. Yanımda koşturan arkadaşım sordu: "Çok uzun zaman sonra bizim hayatımız, yaptığımız işler forumlara, sempozyumlara konu olur mu ki?".
Biz son sürat ilerlerken, boşa kürek çektiğimizi söyleyenler olmuştu. Kulak asmadık. Ama illa sonuç alacağız da demedik. Yoldan şaşmadan yola devam ettik. Fecir vakti varacağımız yere vardık. Güneş, biz oradayız diye doğuyor değildi. Ama bunun tesadüf olduğuna da inanmıyorduk. Güneş tenimize değer değmez güneş gibi olduk. Yanımızdaki çocuk başladı: "Allah, hastaları güneşin boyasıyla mı boyadı? Sararıp solan hastaların rengi de mi güneşten?" diye sormaya. Çocukluğuna verdik.
Bizim atlarla aldığımız yolun fazlasını taksiyle alan insanlara rastladık yolun sonunda. Bu manzara karşısında bizi bir öksürük tuttu ki sormayın gitsin. Çocuğa hak vermeye başladık. Biz ona hakkını verdikçe o büyüdü. Meğer onun rızkından yemişiz yıllarca, yollarda. O büyüyünce taksiler tedavülden kalktı, şoförlerini göremez olduk.
Nizamettin Hayyam VURAL
YORUMLAR