Oğuz Akıncı

Oğuz Akıncı


O Benleri Pistten Alalım

18 Kasım 2021 - 18:21

İnternet ekipler amiri Serdar Kuzuloğlu kültür üzerine yaptığı bir konuşmada, şimdinin korunan değerlerinin bir zamanlar yerine geldikleri eski değerlerin yanında korkutucu ve yanılgılarla dolu gözüktüklerini söylüyor. Hakikaten de öyle. Şimdilerde sıkı sıkıya bağlı olunan bazı gelenekler, alışkanlıklar, usuller ve kültürel olarak kalıplaşmış görünen değerler aslında eskiden birer yenilik oldukları için o zamanki toplumlar tarafından istenmemişlerdi. Belki de insanlar bir sonraki nesle kendilerinden aktarılacak önemli şeyler bıraktıklarını düşünerek kendi ölümlülüklerini yadsıyamaya çalıştılar bu şekilde. Doğru yaşadıklarını, ömürlerini boşa geçirmediklerini kanıtlamak istercesine kendi alışkanlıklarını ve değer biçtikleri birtakım yaşam örüntülerini bu şekilde yaymak, yaygınlaştırmak istediler.

Her şeyin bir sebebi vardır. Elbette kültürel hareketlenmelerin de birer birer sebepleri var. Ancak alakasız görünen iki konuyu bile bir araya getirecek tek bir temel gözüküyor; o da insan. Her insan aynı olmadığı gibi her insanın zorunlulukları temelde bir ve aynı şeylerdir. Örneğin yemek ve kıyafet kültürü… Aslında birer zorunluluk olan yeme içme ve/ya giyim kuşam faaliyetlerinin bırakalım ülkeden ülkeye ya da şehirden şehre farklı olmalarını, bunlar artık ilçeler arasında, mahalleler arasında bile değişiklik gösterebiliyor. Tabii ki farklılıklar bu kavramlara ne açıdan baktığımıza göre de değişebilir. Ancak bir zorunluluk olarak bir şeyler yememiz gerektiğini düşündükten sonra karşımıza çıkan şu aşırı farklı ve ayrıntılara gidilmiş yemek kültürüne bir bakın. Bunun gibi kıyafet, sosyal ilişkiler, özel alanlarımızda nasıl vakit geçirdiğimiz, kafamızın içinde dönüp duran bir sürü şey, bunlar bile ne kadar ayrıntılı öyle değil mi?

İnsan hiçbir şey yapmaya mecbur değildir. Hadi bakalım, bu doğru. Ama “anarşik” veya “terrrüst” olmamanız için dışına çıktığınız kültürle nasıl uyum içinde yaşayacaksınız? Bu konu önemli. Toplum genelinde belirlenen bazı kurallara hayır dediğiniz anda isyankar sayılıyorsunuz. Ama üç dört nesil sonra belki de kahraman diye nitelendirileceksiniz. Demek ki kültür bugüne hitap ettiği gibi gelecek de vaat edebiliyor. Ancak çoğu dönemde olduğu gibi bugün de kültür diye yutturulan şeyin aslında kendi benliklerimizi bir tarafa bırakıp güç sahiplerine, sömürücülere ve korkaklara yapmamız istenilen bir itaat olması, nerden baksanız onur kırıcı bir şey.

Bana kalırsa bugün içinde olduğumuz şeye kültür diyemeyiz. Bu, daha çok içinde bolca zorunluluk barındıran, onu oluşturanlarca kendilerini haklı çıkarmak için oluşturulmuş birkaç tane aşılması çok basit sosyal koddan ibaret… Çünkü içerisinde muhakeme yok. Geniş topluluklarda muhakeme zayıftır, çünkü gelenek ve alışkanlıklarla kendilerini idare edebiliyorlar. Oysa düşünce ve görüş sahiplerinin beyin hücreleri saniyede bin, milyon ve zibilyon kere yenilendiği için daima yenilikçi ve ileri görüşlüdürler.

Virüs sonrası dönemde dışsal çeşitlilikten ziyade içsel derinliliklere odaklanılacağını görmek zor değil. Belki kültür denilen şeyin zorunluluklardan doğan bir çeşitlilik oluşundan çok, çeşitliliklerin götürdüğü zorluklar olduğunu fark edebiliriz. Her kültürel faaliyette dışsal ve içsel dengeyi kurmanın gerektiğini ise anında görmek gerekir tabii. Nasıl olur? Benlik oluşturarak. Herkes cümlesine başlarken “ben” diye başlıyor. Ben yapıyorum, ben ediyorum, ben hedeyorum, ben hödöyorum. O benleri pistten alalım hacı. Yapıyorum deyin, ediyorum deyin, hedeyörüm, hödöyorum deyin ama beni bir bırakın artık. Çünkü açken sen sen değilsin ki.

Felsefe amirlerinden olan Dücane Cündioğlu da bir söyleşisinde bu konuya temas ediyor. “Kendilik” veya bizim deyişimizle “benliği” oluşturmanın zor olduğunu, bunun için birkaç aşamadan geçilmesi gerektiğini ifade ediyor. Kendilik oluşmadan önce kimlik ve kişilik aşamalarını iyice anlamak gerekiyor. Kimlik çok geniş bir kavram, uzun uzadıya incelemek yerine, onu, adı verilen nüfus cüzdanlarımızdan anlayabiliriz. Yeni kimlik kartlarımızda kimliğimize dair çok az bilgi var ancak eskilerine bakıp kimliğin ne olduğuyla ilgili biraz fikir sahibi olabiliriz. Ahmet Yılmaz, Türk, Müslüman, bekar, Ankaralı, kan grubu, kimliğin yenilenme sebebi: Kayıp…

Kimliği oluşturmak adına çetin savaşlar vermek gerekiyor. Bu savaş da, aynen cihat kavramı gibi yanlış anlaşılabilir, ancak savaşın ortasındaki askere Sun Tzu okumanın yararsız olduğu gibi, burada savaşmanın ne demek olduğunu anlatacak değilim. Sadece birkaç temel şey… Kimliğinizde yazanlara bakarak ne üzerine düşünmeniz ve kendiliğinizi oluşturmak için ne gibi yapılandırmalara gitmeniz gerektiğini görebilirsiniz. Kişilik de aynen kimlik gibi, bizim yerimize, bizim adımıza yazılmış birkaç tane kelimeden ibaret. Sonra bu kişilik diye yutturulan şeyler bir araya gelip kültür diye çok büyük; korunası ve destansı hikayelere dönüşüyor. Bunlarla da savaşmak gerekiyor tabii. Belki de mecbur olduğumuz tek şey savaşmaktır, o da başka hiçbir şeye mecbur olmamak içindir.

Kimliğinizi ve kişiliğinizi anladıktan sonra kendinize bir konum atfedip “ben” diyebilirsiniz. Bu faaliyet olmadan, “ben yiyorum” yerine “yiyoruz”, “ben giyiyorum” yerine “giyiyoruz”, “ben iş yapıyorum” yerine “iş yapıyoruz” diyebilirsiniz ancak. Sonra o yemeğin hazımsızlığını kendinize değil topluma mal edersiniz. Adeta giydiğiniz şeyleri aynen topluma da giydirmiş olursunuz ya da toplum size giydirmiş veya yedirmiş olur.

Kendilik oluşturmayı ya da o kendiliklerin birleşimiyle bir "Biz" olmayı bırakın, halen kimlik ve kişiliklere takılmış durumdayız. Üstelik onları ne kadar yanlış anladığımıza bakmaksızın, onlara kültür ve adap diyerek önemli bir yere koyarak da aynı yerde kendi benliklerimizi yitiriyoruz. Yemek, kıyafet, davranış, iş, eğlence, ibadet, ahlak ve daha nice kültür yapı taşlarının adabı olmalı elbette… Sahi, bunların bir adabı olmalı öyle değil mi?
Oğuz AKINCI

YORUMLAR

  • 0 Yorum