İki Mesele

Nuri N. Dokuzoğlu

Normal gibi görünen hayatın akışı, Hindistan sokak lezzetlerini aratmazken, kimi bu durumdan tüm azaları ile tiksinmişken, kimisi de bunun artık normal olduğunu düşünerek hayatını yaşamaya devam ediyor. Kimisi de hayâ duygusunu bir kenara bırakıp yola öyle devam ettiği ve işine öyle geldiği için bunun normal olduğuna başkalarını da inandırmaya çalışıyor. Bu sonuncusu dayaklık olanı… 

İnanması güç bir vurdumduymazlık sokaklarda kol gezerken, hesap sorması gereken merciler sanki kepenk kapatmışlar! Asla üzeri kapatılmaması gereken iki meselede, sanki mesele yokmuş gibi davranılması da bu yüzden. 6 Şubat depremi ve sonrasında yaşanması olası deprem ya da depremler ve bir de halkın gün geçtikçe daha berbatına maruz bırakıldığı gıdalar… Bunlar çok önemli meseleler!

Belki de “Büyük Kaçgun” ile başlayan doyamama hâli, etkisini hâlâ sürdürüyor. Bu, özel bir kolejde eğitim gördüğü halde, nispeten ortalama üzeri gelire de sahip çocukların, yemek saati geldiğinde ucuza cep telefonu bulmuş ölücüler gibi yemekhaneye birbirini ezerek gitmesinden de anlaşılıyor. Onların büyük bir çoğunluğunun dedeleri, fiziksel ve zihinsel gelişimlerini bulgurla tamamlamıştı.    

Bu iki mesele, öyle yaşandı bitti diyerek tozlu raflara kaldırılacak meseleler değil. Bunların doğrudan ve dolaylı zararları, yıllara mâl olacak bedelleri, asla geri gelmeyecek gerçek tatlar, bir neslin ya da nesillerin gelişimlerinin kritik dönemlerinde eksik kalan şeyleri, masum olup caniliğin ne olduğundan bile haberleri olmadan canilerin enkazında göçüp giden günahsız sabiler… Öyle kepengi kapatıp gitmek olmaz!  

Bir zamanlar, dünya çapında bir şirket olabilme kapasitesinden, adına süt dediği, iğrenç dense iltifat sayılacak bir içeceği üretip bunu kendi insanına satma seviyesine nasıl gelinebiliyor? Bu ciddi bir savrulmuşluk evet, ama bunun 2+2=4’tür gibi bir izahı hem var hem de yok. Bu izahsızlık en zoru. İzahsızlığın izahını yapabilenler, bunu daha çok insana duyurmalılar.  

8-10 günde bir, 6 Şubat depremine dair görüntüleri izlerim. Gerçeğin bir şekilde zihnimizde diri kalması lazım. Aynı acının yaklaşık 25 yıl önce de yaşanmış olması kalanlara bir şey öğretmemişken, yaşanmış olanlar ve olası yeniden yaşanacaklar da bir şey öğretmeyecektir. Problemin kaynağı ile problem çözülemiyor. Ama belki de iyi birileri, olan biten her şeyi kaydediyor ve bunları yaşatanların yedi ceddine selam dahi verdirmeyecek bir arşiv biriktiriyor olabilir. Olsun!

Çarşıdan, pazardan bir şey satın almak istendiğinde, onların satın alınabilecek gerçek bir şey olup olmadığını anlayıp anlamama mücadelesine mi, onların büyük çoğunluğunun gerçek olmadığını çoluk çocuğa anlatabilme mücadelesine mi, aynı gerçeksizliğe ödenmesi gereken miktarı toparlayabilme mücadelesine mi? Zaman, hangi biri ile mücadele etmeye yetecek? Organize olmadan kim, nasıl, nerede mücadele edecek? Ama zor değil. 

Bu iki meselenin, mevcutta mücadele edilmesi gereken konularda başı çekmesi gerekiyor. Çünkü onların başı çektiğini gördüğümüzde bu, görünen normalin evrensel normale dönmeye başladığına belki bir işaret olacak. İşaretleri doğru okuyanlar ise yerinde hamleler yapacaklardır.

Gerçeği bilmeden yaşamak haz veriyor olabilir. Ama gerçeği örtmek, uyuşturucu etkisi oluşturmaktan çok da farklı görünmüyor. Bu bağımlılık da öldürür…
Nuri N. DOKUZOĞLU