Semih Saygıner - Bilardoda Dünyaya Yön Veren

Nuri N. Dokuzoğlu

The Turkish Prince (Türk Prensi) ya da Mr. Magic (Bay Sihir). “İşini en iyi şekliyle yapmaya çalıştığını” anlatarak ve çoğu zaman da bunu başararak bu lakaplara sahip olan isim Semih SAYGINER.

Kişinin hayatında bir şeyler alt üst olmadan ya da “kendinden büyük meselesi” olmadan ortaya sahici, kalıcı bir eser bırakması, gerçek olması ve gerçek kalması ne kadar mümkün? Gerçeğin tabiri caizse “çatışma unsuru” bunu mümkün kılan belki de en önemli unsur.

Saygıner’in, 14 yaşında kendi tabiriyle “hayatının allak bullak olmasına" sebep olan durum, anne babasını bir trafik kazasında kaybetmiş olması. Gerçekle tanıştığı dönem…
Bu aşamadan sonra hayatı ciddi anlamda değişmeye başlar. Okulun zihnindeki yeri artık eskisi gibi değildir. Küçük de bir isyanı var okula ya da öğretmenlerine. Okulda “hayatı dört dörtlük olanla kendisinin aynı muameleyi gördüğünü” anlatıyor. Belli ki “çatışma unsurunu” körükleyen durumlardan birisi de bu. Derken okuldan zamanla uzaklaşmaya başlar ve 15-16 yaşlarında bilardo ile tanışır. Gerçekle tanışmak, gerçeği yaşamak tek başına yeterli değil elbette. Gerçeğe olan bakış açısı da önemli. Yaşadıklarının ardından gerçeği kabul edip bir çözüm, çıkış yolu arıyor ve görüldüğü kadarıyla acının eğitici yönünü kabul ediyor. “Ajitasyondan hoşlanmadığını, olanı, olduğu gibi kabul ettiğini” ifade etmesi bu duruma referans noktamız. Bilardoyu kimseden ders almayıp sadece deneme yanılma yoluyla kendi kendine öğrendiğini anlatıyor. Bilardoyu oynuyor, sadece yapıyor ve sürekli kendisini geliştiriyor. Hiçbir şey bilmezken zamanla çok şey bilmeye başlamasını oyun esnasında “topa vurduktan sonra bilardo toplarıyla bağını koparmamaya” bağlıyor. Çünkü kahvede bilardo oynamaya başladığında yaptığı gözlemler sonucunda diğer oyuncuların, topa istedikleri gibi vuramadıklarında, topun hareketini takip etmeyip topla bağlarını kopardıklarını fark ettiğini aktarır. Kendisi ise, topa istediği gibi vuramasa da gözünü toptan ayırmaz, topun hareketlerinden oyunu analiz eder ve mevcut durumdan bir şeyler öğrenmeye çalışır. Böylelikle yavaş yavaş teknik geliştirmeye başlar.

Geliştirdiği teknikler bilardoda tüm dünyada ciddi anlamda değişikliklere vesile olur. Kendi aktardığı anekdota göre, Saygıner’in teknikleri öncesinde en usta oyuncunun bile 2.5 m’den topa vurma açısında doğru vuruş için 1 mm dahi hata yapma şansı yok iken, onun geliştirdiği teknikler ile vuruşta 0.5 cm açı hatası bile olsa teknik doğru uygulandığında başarı %1-2’lerden %95’e kadar çıkabiliyor. Bunu da kendi kendine “Bunun daha kolay bir yolu yok mu?” sorusunu sorarak ve sürekli gözlem yaparak başarıyor. Saygıner’in 1992 yılında ilk yendiği dünya şampiyonu Raymond Ceulemans “Semih geldikten sonra 3-Band bilardo değişti.” ifadesini kullanır.

Bu açıya sahip olanın ve çalışanın başarısız olması, önüne özellikle engel koymadıkça mümkün değildir. Nitekim İstanbul’da başlayan şampiyonlukları, art arda aldığı derecelerle, “Bilardo oynayana kız vermezlerdi.” dediği bu spora olan olumsuz düşünceleri de yıkmaya başlar. Henüz ortada Bilardo Federasyonu dahi yokken... Gizli gizli oynanan ve boş iş gözüyle bakılan bilardoya karşı geliştirilen bu düşünceyi yavaş yavaş değiştirir ve insanların bilardoya bakışında kısmen de olsa daha profesyonel bir imaj oluşturur. Saygıner 1993 yılında Türkiye’de Bilardo Federasyonu'nun kurulmasında önemli etkiye sahiptir ve bu federasyonun başkanlığını da yürütmüştür.

“Bana sorsanız 'Neyi en iyi yaparsın?' diye, 'Bilardo oynamak.' demem. 'Bir konuda yol almak' derim." Dil öğrenme macerasını anlatırken bu sözlerle başlıyor. Uluslararası turnuvalara katıldığı ilk zamanlarda dil bilmemesinden kaynaklı ezikliği derinden hissetmiş olacak ki aldığı bir kararla dil öğrenmeye başlıyor. Rakibinin yabancı dil bilmesine rağmen kendisinin bilmemesinin maça 1-0 yenik başlama hissi oluşturduğunu aktarıyor. Rakip, ortama daha hâkim bir şekilde bir şeyler konuşuyor, iletişim kuruyor, ama bizimki sadece seyretmek zorunda kalıyor. Bilardo salonunda çalışırken İngilizce kursuna yazılıyor, iş yerinden izin alıp kursa gidiyor, İngilizceyi öğreniyor ve bu problemi de ortadan kaldırıyor. Her ne ile uğraşılırsa uğraşılsın özgüven ve hakimiyet vazgeçilmez unsurlardır. İngilizceyi öğrenmesinin, başarısında sadece iletişim kurmaya yarayan bir unsur olarak kaldığına inanmıyorum.

Bir almaz her zaman almaz mıdır? Muhtemelen evet. Semih Saygıner uluslararası turnuvalara katıldığında onunla beraber giden gruplar oluyor. Saygıner gittiği ülkelerde normal bir insan olarak ülkeye dair birçok şeyi merak ediyor, insanların yediklerini, içtiklerini, konuşmalarını, kültürlerini o ülkenin insanları ile konuşmaya çalışarak öğrenme çabasına giriyor. Bir şampiyona dönüşünde Saygıner o gruptan birilerine gittikleri ülkeyi nasıl bulduğunu sorduğunda “Kızları o kadar güzel değildi.” cevabını alıyor. Saygıner bu sürpriz olmayan durumu “bakış açısı farkı” diye aktarıyor kibarca. Biz de diyoruz ki bu, bakış açısı farkı falan değil, bu, düpedüz almazlık. Ne yaparsan yap, almaz, eğitilmez ve öğrenemez, asla geliştirilemez. Muhtemelen turnuva vesilesi ile başka ülkelere giden ekibin yüzde doksanının bilardo ile alakası yoktur. Daha da kötüsü o grup sözde üst düzey yetkililerin dünyadan bîhaber yamyam mesabesindeki akrabalarından ibarettir.

“Dünyaya öğrenci olarak geldiğini, ömrünün sonuna kadar da öğrenci olarak devam edeceğini” söylüyor Saygıner. Türkiye’deki birçok sporcu gibi turnuvaya iki ay kala çalışmaya başlamıyor. Günde 5 saat bilardo antrenmanı var ve haftada 3 gün spor yapıyor. Yediklerine dikkat ediyor ve doğru besleniyor. Kendi hayatını ve başarılarını kendi ağzından dinlemekte fayda var. Ayvazlığın formüllerini öğrenmede ışık tutacaktır. Ölmeden evvel kıymeti yeterince bilinir mi bilemem ama bu topraklarda, bu alt kültürde döngünün kolay kolay değişmemesi örüntüsünden yine “mezar taşına methiyeler düzüleceği” gerçeği kuvvetle muhtemel.
Nuri N. DOKUZOĞLU 03.04.2022 (Proje 99)