Osman Tunaboylu’nun “Bir Osmanlı Rüyası” kitabında, II. Mahmud döneminden II. Abdülhamid döneminin bir kısmına kadar geçen periyot anlatılıyor. Kitap, roman olarak yazılmış ama kitabın arka sayfalarına baktığınızda bir kaynakçayla karşılaşıyorsunuz. Eseri bir romandan ziyade bir tarih kaynak kitabı sayabiliriz. Yazar sadece, bir karakter ağzından olayları anlatarak, onun üzerinden olayları değerlendirerek daha samimi bir atmosfer yaratmak istemiş. Kitapta, tarihi olayların akışını değiştirecek herhangi bir drama unsuru yer almıyor. Kısaca kitabın, tarihi romanların belgesel-kurgu alt türünde olduğunu söyleyebiliriz.
Kitapta tarihi olayların maliyeye bakan yönleri üzerinde durulmuş. İç karışıklıkların, dış ilişkilerde yaşananların, savaşların, yönetimdeki değişikliklerin ekonomi üzerindeki etkileri adım adım incelenmiş. Devletin bütçe açığı problemini nasıl yönetmeye çalıştığı, alınan kararların ne gibi sonuçlar doğurduğu ayrıntılı olarak anlatılmış.
Kitapta anlatılanları inceleyelim. Avrupa devletleri merkantilist yani ihracatı önceleyen bir anlayışla yönetilirken Osmanlı Devleti provizyonist yani halkın geçimini sağlayabilmesine odaklanan bir iktisat siyaseti izlemiş. Masrafları gidermek için sürekli olarak kısa vadeli birkaç çözüm tekrar tekrar uygulanmış: Yeni vergiler koyma, mevcut vergi oranlarını artırma, müsadere usulü, saray mücevherlerini darphaneye verip sikke kestirme, tağşiş yani sikkelerin altın ve gümüş oranlarının düşürülmesi, kaime ihracı yani devlet iç borçlanma senedi çıkarma, Galata tüccarlarından borç, kaime ihracı, tüccarlardan borç, Avrupa’dan borç, tüccarlardan borç, üst üste dış borç şeklinde bu döngü devam etmiş durmuş.
Atılan adımlarda birçok kez beklenen hedefe ulaşılamamış ve daha mantıklı çözümler mümkünken en ağır sonuçlara neden olacak yollar seçilmiş. Birçok kez devlete kazık atılmış. Sürekli borcu borçla kapatma yolu izlenmiş. Sürekli telaş hali içinde o günü kurtarma gayretinde olunmuş. İki adım sonrasını düşünmemekte ısrar edilmiş. Devlet, ihracatı artırma, üretim verimliliğini artırma, üretim araçlarını geliştirme gibi kalkınmayı sağlayacak adımları atmamakta ısrar etmiş.
Esnaflığın, zanaatkarlığın, bankerliğin ve bankacılığın özellikle Ermeni ve Rumlar başta gelmek üzere ecnebilerin kontrolü altında olduğunu görüyoruz. Üretim sektörü, teknik vasıf gerektiren işler, kısacası, başta ekonomik kalkınma olmak üzere devletin refahının sağlanması için gereken unsurlar üzerinde zincirleme olarak etki gösterebilecek olan en temel sektörlerde bariz bir ecnebi hakimiyeti olduğu görülüyor.
Kitapta devletin yaptığı tek ciddi yatırım olarak Rumeli tren yolu projesi geçiyor. Devlet, Rumeli demiryolu projesi için ilk olarak anlaşma yapılan Banker Baron Hirsch’e, inşaata başlaması için büyük bir maddi destek vermiş. İki yıl sonra işin asıl maliyetli kısımları tamamlanmadan anlaşma feshedilmiş ve Hirsch’e yine yüksek miktarda bir tazminat ödenmiş. İnşaat sürecinde ciddi aksamalar olmuş. Başta hedeflenen geniş hatlar yapılamamış ve proje bölgesel bir tren yolu olarak kalmış. Yapılan bu yatırım, nihayetinde Osmanlı’ya dev bir borç yükü olarak dönmüş.
Kitapta, maddi krizi tetikleyen stratejik hatalara da değinilmiş. Bunlara verilen bir örnek de Nizip Savaşı’nda yapılan bir hata. Kavalalı Mehmed Ali’ye karşı yapılan Nizip Savaşı’nda, Kavalalı’nın ordusuyla karşılaşıldığı gün, danışman olarak orduda bulunan Prusyalı kurmay subaylar hemen harekete geçip düşmana baskın şeklinde saldırmayı önermişler. Fakat ordudaki ulema, günlerden cuma olduğu için buna cevaz vermemiş, “Cuma günü savaşmak caiz değildir.” demiş. Ertesi gün subaylar bu kez de gece baskını yapmayı önermişler ama ulema yine itiraz edip “Gece haydutlar gibi baskın yapmak padişah askerinin şanına yakışmaz.” demiş. Subaylar “Cuma olmaz, gece olmaz, peki ne zaman olacak?” demişler. Ulema da “Keçinin kuyruğundan gelecek işareti bekleyeceğiz. Böylece yağmurun yağıp yağmayacağını öğreneceğiz ve ona göre hareket edeceğiz.” demiş. Osmanlı ordusu bekleyedursun, o arada Kavalalı’nın ordusu onları çepeçevre kuşatmış ve üç dört saatte Osmanlı ordusunu mağlup etmişler.
Almazlık, asırlardır ekonomik kalkınmaya, üreten ve kaynaklarını verimli bir şekilde kullanmasını bilen bir toplum olmaya, yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmaya engel oluyor. Almazlık giderilmediği müddetçe aynı hatalar tekrar edecek aynı hüsranlar yaşanacak. Bir hastalık, teşhis edilmeden tedavi edilemez. Hasta, hastalığını kabul etmeden tedavi edilemez. Önce hastalığı kabul etmek, teşhis etmek lazım.
Kaynaklar:
Bir Osmanlı Rüyası, Osman Tunaboylu
Wikiwand - Rumeli Demiryolu maddesi
Mazhar F. GÜR 19.10.2020 (Proje 99)
YORUMLAR