İnsanlar genelde gözleriyle gördükleri, iletişime geçebildikleri bir kişiyle kolayca empati kurarlar. O kişi kötü bir durumdaysa, fakirse, ciddi bir hastalıktan muzdaripse ona hemen merhamet duygusu hissedilir. Fakat merhameti hak eden kişi sayısı arttıkça empati kurmak da zorlaşır. Küçük bir problemi olan bir kişiye duyulan merhamet dahi çok daha büyük dertleri olan kalabalık bir gruptan esirgenir. Komşunun çocuğu çok zayıf diye üzülürsün ama binlerce kişinin toplama kampında işkence gördüğünü duyduğunda pek bir şey hissedemezsin, “Çok yazık.” der geçersin. Ancak o toplama kampında işkence gören birinin görüntülerini gördüğünde, anlattıklarını dinlediğinde empati kurup merhamet edersin.
Sıradan insan ancak gözüyle gördüklerini gerçek anlamda hissedebilir, anlayabilir ve gördüklerinden harekete geçme motivasyonu bulabilir. Bazılarına görmek de fayda etmez. Duyulan şeyleri kavramak ise her zaman daha zordur. Çünkü duyduklarının öncelikle doğru bilgi olup olmadığını sorgulaman gerekir. Doğru kabul etmek için sağlam dayanaklar bulman, önceki bilgilerinle uyumlu olup olmadığını kontrol etmen, kısacası akıl yürütmen gerekir. Bu ilk aşama bile oldukça zorlayıcıdır. Doğru bilgi olduğuna ikna olduğunda bile aslında bir tarafın itiraz etmeye devam eder. Bu itiraz seslerinin tamamen susturulması çok zordur ve zaman alır. Doğru olduğunu kabul ettikten sonra da o olguyu gözünde canlandırman gerekir. Burada da algı, hayal gücüne ve empati kurma yeteneğine göbek bağıyla bağlıdır. Bu da zor bir iştir. Duyduğun “Uygur Türkleri'ne işkence yapılıyormuş.” lafına dayanarak işkence gören birinin çektiği acıları biraz hayal edebilmen için en azından güçlü bir fiziksel acı deneyimi yaşamış olman gerekir. Halbuki işkence gören birinin görüntülerini görsen, attığı çığlıkları kendi kulağınla duysan, daha önce büyük bir fiziksel acı çekmemiş olsan dahi daha önce benzer bir acı çekip sadece bu olayı duyan birine göre işkence gören insanın durumunu daha iyi anlarsın.
Tamamen gözünle gördüklerine göre hislerin, davranışların şekilleniyorsa aslında insan olmanın bir manası kalmıyor. Çünkü bu kadarını hayvanlar da yapabiliyor. Dürtülerini tatmin etmek için yaşayan bir insanın ne kadar insan olduğunu tartışmak lazım. Evlat sevgisi bile insan olmak için yetersiz kalır, çünkü hayvanlarda da aynısı var. Hayvanları aşağılık yaratıklar olarak göstermek için bu karşılaştırmayı yapmadım, hayvanların iradesi olmadığı, onlardan herhangi bir sağduyu örneği beklenemeyeceği için yaptım. Ki bildiğiniz gibi hayvanlar bazı insanlık suçlarının yakınına bile yaklaşamaz.
Gözlerinin gördüğü şeyin dışında hiçbir şeye inanmayan insanlar sabit fikirli olmaya mahkumdurlar. Bu sabit fikirlilik de onları sıradanlığa teslim eder. Bir süre sonra gözlerinin gördüklerini bile göremez hale gelirler. Çünkü bir duyu tek başına asla bir problemin tüm boyutlarıyla kavranmasını sağlayamaz. Elbette hiç kimse kulağını, burnunu kapatmıyor, bu bir metafor. Ama gerçekten görme duyusu dışında tüm duyularını kaybetmiş birinin gerçekliği algılama yeteneğinin bozulduğu gibi, bizzat şahit olmadığı şeylere duyarsız kalan bir insanın beyninde de ciddi yıkımlar olur. Bu yüzden bu tip insanlar işlerini bir türlü yoluna koyamazlar. Ne işte ne de evde…
Başarılı insanlarda ise empati kurma yeteneği gelişmiştir. Örneğin popüler bir sosyal medya mecrasının empatiden yoksun kişiler tarafından tasarlanması imkansızdır. Çünkü böyle bir uygulama geliştirebilmek için kullanıcıların kendi sosyal durumlarına, mesleklerine göre hangi ihtiyaçları olabileceğini, uygulamadan ne tür beklentileri olabileceğini, karşılaşabilecekleri problemleri ön görmek gerekir. Aksi halde o uygulama internetin hurdalıklarında çürür gider. Dolayısıyla başarılı insanlar, gözleriyle gördükleri dışındaki çok sayıda insanın problemlerini okuyabilen insanlardır. Bu durum, sıradan insanlardaki dürtülerin onlarda olmadığını göstermez. Her ne kadar ilkel güdüleri tersini yapmalarında ısrar etse de başarılı insanlar, dürtülerine göre değil akıllarıyla hareket edebildikleri için başarıya ulaşırlar.
Mazhar F. GÜR 09.11.2021 (Proje 99)
YORUMLAR