A. Kubilay

A. Kubilay

Uzaydan Konuşma Notları

Uzaydan Konuşma Notları - 3

31 Ekim 2021 - 11:31

Belki de insanlığın içine girdiği yeni dönemde (Endüstri 4.0 ve ötesi, nanoteknoloji, atom altı parçacıkların manipülasyonu, anti-madde, karanlık madde, vb) dünya tek devlete doğru evrilecek. Belki de birkaç blok halinde "birleşik devletler" veya "geniş sosyo-ekonomik bölgeler" bütün dünyayı kontrol altına alacak.

Element of surprise. Hatta bu element of surprise'dan bir devrim doğabilir diye umuyorum. Öyle de öleceğiz böyle de.

Birinci fizik var. Bir de ikinci fizik var. Birden fazla insan ortak örüntülerle, tabiri caizse bir "grup raconu"yla hareket edip, birbirini sevip, sıkı kollayıp, bir dünyevi iş üzerinde ortak hedef etrafında bir araya gelip, aralarında istisnaları barındırmadan yüksek bir gayret, aşırı bir çalışkanlıkla iş görürse fizik üstü, doğa üstü sayılacak şeyler de yaşanır. Ortalama günlük hayatta doğaüstü gibi görünen ama şahitlerle ispatlı şekilde varlığı kesin olan hadiseleri ikinci fizik kapsamında değerlendiriyorum. Yani hepsinin teknik izahı var aslında. Keşif, keramet olarak görülen, günlük akılla hemen izah edilemeyen her şeyin ikinci fizikte kendine has bilimsel izahı var.

Bu ikinci fizik, "The Matrix" filmindekine benzer bir mantıkla işliyor. Hem büyük bir matris var hem de iç içe geçmiş matrisler var.

Benzer derinlik, hassasiyet ve çalışkanlık sahibi insanlar iç matris oluştururlar... (Evet, en çok ıskalanan bu sonuncusu, dava adamı denilince tipik siyasi kanaat sahibi tipler akla geliyor ki yanlış; mesela: işini çok iyi yapan bir pastacı da dava sahibidir.) Bu matrisin iç ahengi ve toplam çalışkanlığı bir toplumu dünyada söz sahibi eder veya etmez. Yani bir matris-benzerinde yaşadığımız için sadece kendimiz için çalıştığımızda daha hızlı kaybeder, daha çok mutsuz oluruz. Bu paragrafta anlatmaya çalıştığım Rasulullah'ın saflarda bir araya gelenleri "omuzlarınız omuzlarınıza değsin" emriyle bir araya getirmesindeki sırrın özüdür.

Ayna nöronlar diye bir mevzu var. İnsan beyni öyle örgütlenmiş görünüyor. Yani başka insanların mutluluğu için çalışılmadığında vücut bütünlüğü bile zarar görüyor. İnsanı "başkaları" için çalışmak mutlu ediyor. Esas olan ihtiyaçtan fazlasının dağıtılması, vakfedilmesi, harcanması. Vaktin, emeğin, enerjinin, mal, mülkün ihtiyacımız kadarını kendimize ayırıp, sarf edip; kalanını halk üzerinden Hakk'a iade ediyoruz. Kırkta bir ölçüsü Kuran'da nerede yazıyor, bulamadık. Her şeyin kendine göre bir zekatı vardır ve var olmanın zekatı cihattır. Yani yüksek gayret. Dört elle projelere sarılmak, kendisinden başkalarının mutluluğu için, selameti için çalışmak. Dinin özü, dindarlığın eylemsel çekirdeği tam olarak bu anlayıştan mamul olmak zorunda.

Mevlana'nın mesnevisi. Ama bugüne kadar okunduğu biçimiyle değil. Bugüne kadarki okunma biçimi: çiçek, böcek! "Ben mesnevi yazmaz idim bana Türkmenler bunu yazdırdı" derken bizim iç matrisimize has bazı anomalileri tedavi kastı var.

Mesela "almazlardan uzak durmak" bahsi var. Günlük hayatta aşırı seçici olmak. Almazlarla oturup, kalkmamaya özen göstermek. İş icabı, medeniyet icabı beraber vakit geçirildiğinde de almazlığın anormalliğinin her an için farkında olmak ve hastalıkla hasta akraba, tanıdık, eş, dostu ayırabilmeyi başarmaktır. Dostlarımız, insanlar ekseriyetle iyidir. Almazlık kötüdür, kurtulunması gereken bir alt kültürün her yeri ve her şeyi işgal eden "esîr maddesi"dir.

Coğrafyamızda neredeyse her molekülü, her menfezi, her açık ve kapalı alanı işgal eden almazlıkla nasıl başa çıkılacak? İnsanlar almazlığa karşı nasıl yetişecekler? Matris çok güçlü. Ama ikinci fizik biraz da sünnetullah'la ilgili. Son tahlilde Allah'ın dediği oluyor. Almazlıktan kurtuluş, sihir bozmakla hemen hemen aynı şey. Fert planında daha kolay çözülürken, dört asırdır sırtımıza binen, her zaman ve zeminde coğrafyamızı inim inim inletmeye devam eden "papaz sihri"*nin çözülmesi biraz daha entegre, mümince ve Mekke dönemi tecrit usulleri gerektiriyor. Keşke salt sevgiyle çözülebiliyor olsaydı. Şükür ki savaşın da bir hukuku var.

* Ülkemizde anlaşıldığı mânâda sağ "tutuculuk" ve (bazısı antitez sanılırken aslında karşıtını ayakta tutmak için kurgulanmış olan) türevleri kaybedecek. Kaybetmesinden kastım, isimleri ve varlıklarının kaybolması değil. Tam aksine, daha da güçlenip, yaygınlaşıyor görünürken aslında ismi hariç bütün özellik ve bileşenlerinin aksine inkılap edip, aynı ismi taşımaya devam ettiği için geniş kitlelerce hâlâ aynı şey sanılmasından bahsediyorum. Özellikle dindarlığın düşük kalibrede, zayıf akılla ve en iyisini yaparmışlık, en iyisini bilirmişlik havasıyla okunması, uygulanması (!) "sahipleri"ni ve takipçilerini gerçek manada kaybedenlerden yapacak ama çoklar bunu fark etmeyecekse sonuç kimin umrunda ki? Coğrafyamızda mevcut bütün yaygın ve (şimdilik) genel geçer kabul gören taraftarlık nesneleri aslında kaba bir tanımlamayla "Batı Hakimiyeti" başlığı altında tanımlanabilecek, Westfalya Anlaşması ve batının hakimiyet doktrininin güncellenmesinden ibaret olan Truman Doktrini'nin ülkemizdeki anabayi ve mümessillerinden ibarettirler. Mevcut, kitlesel kabul gören kurumsal kimlikler "kafir batı"nın bölge şubelerinden daha fazlası değildir.

Onlara bayilik veren ana yapılardaki değişim çok dramatik ve devrim boyutundadır ama bu ülkemize henüz yansımamıştır. Çeşmeyi zamanında tutanlar henüz istemedikleri tarlalara su salmamakta direnmektedirler. Bu durumunsa ömrü bir kaç manşet, bir kaç fiyat tabelası vadesi kadardır. Eh, Pirus zaferi de zafer sayılabilir mi? Tarihe ve vicdana bakmak lazım.

Evet. İnsan örüntülerle öğrenir. Mesela uykunu azaltmak mı istiyorsun, bağlantılı "örüntü"yü çalışmalısın. Sıradan biri gibi uykunla uğraştıkça uyku daha fazla gelecektir. Daha hızlı mı okumak istiyorsun? Önce okuma alışkanlığındaki örüntü hatalarını tespit edeceksin. Belki cümle cümle, satır satır göremediğinden, her heceyi içinden seslendirdiğinden yeterince hızlanamıyorsun. Hızlanıyorsun, bu sefer de okuduklarını hatırlayamıyorsun. Bu örüntülerin hepsi insanın kendini keşfetmesi, nefsini bilmesi, Allah'ın bilgisine (marifetullah) yaklaşmasıyla ilgili. "Kim ki nefsini bildi, Rabbini bildi" ifadesi önemli bir hikmeti taşır. Kime hikmet verildiyse de ona çokça hayır verilmiştir.

Ahmet Kubilay 2018-01-31 19:37:06

YORUMLAR

  • 0 Yorum