A. Kubilay

A. Kubilay

Uzaydan Konuşma Notları

Uzaydan Konuşma Notları - 9

31 Ekim 2021 - 12:10

"Rastlantılar bizden akıllıdır."
Oktay Rifat
"Çok adi (sıradan) perdeler içinde mühim işaretler verilir, ehli anlar." 
(Barla L., s. 313)

1. Gözümüz Yükseklerde! Eldekinden De Olup Tip Eksi 0,1'e Gerilemekteyken Tip 3 Medeniyet'i Hedeflemek*

"Hayvanât Ârâmgâh-ı Ebedîsi", "Hüve", "Tarik-î Hadrâ" gibi handiyse lâyemût eserlerin sahibi üstad Estebân Kıral diyor ki: "Yazarlık çok okumak ve çok yazmakla olan bir şeydir."

Tabi burada bana da vazife düşüyor. Senin farkındalık vitesini yükseltmeliyiz. İlk var edilmenden önce senin hakkında "Ben Yeryüzü'nde bir halife yaratacağım." denmişti. Emin misin? Sen o musun? "İlk var edilmen" dedim de, benim de aklım karıştı. Senden önce birkaç Adem daha yok muydu? Şimdi biraz sabret, kendini akışa bırakarak okursan gayet net anlayacaksın. Şeksiz şüphesiz!

Çünkü aslında halife-i arz sıfatınla, yani o sıfata yaklaşabildiğin kadar, bir âlem üretmiş oluyorsun. (Biiznillah!) Kehf suresi deccaliyete karşı, "Küresel Komplo"ya karşı savaşmanın yollarını gösterir. Kehf'te "onlara dünya hayatının halini şöyle temsille anlat" denir. Onun için temsil önemlidir. Güzel misaller getirmek önemlidir. Bizzat kendilerinin güzel misal olması gerektiğini bilerek el ele, omuz omuza yürüyen insanlar olmak önemlidir. Kitapta herhangi bir hususa tek bir cümlecikle temas edilse bile Söz'ün sahibinden ötürü o iş bazılarımızın ömürlük gayretine değer bir mesele, meşgale haline gelmelidir. Günümüzde bu temsil verme, anlatma işini çok önemsemeliyiz. Kehf'teki "gökten inen su" gibi kurgular, derin anlatılar muhakkak oluşturulmalıdır. Bu "bunu (dünyayı) onlara temsille anlat" emri daha geniş planda, sadece "temsille anlat" örüntüsüyle de algılanabilir. Yani "temsil" yazmak, kurgu üretmek "Küresel Komplo"ya karşı yöntemlerden biri. Niçin? Soyutlama yeteneğini artırdığı/artıracağı için... Soyutlama yeteneği yüksek bir toplum daha zor yenilir. Bu toplum daha başka yeteneklerin de millî bünyeye katılmasıyla, millî varlığın yeni ve orijinal parçaları olmasıyla yenilmez olur. Yeryüzünde nihai hedef de "tip 3 medeniyet" değil mi zaten?

Bir de birbiriyle tanışan bir grup insanın ortak bir hikaye / hikayeler anlatması meselesi var. Hikaye deyince halkın aklına "uydurulmuş şeyler" gelir. Hayır. Mesele bir isim sahibi olmak meselesidir. Muhteşem hikayeler inşa etmeliyiz. Sadece hikaye, kurgu yazmaktan değil; bir efsaneyi yaşamaktan bahsediyorum. Bir efsane olmaktan bahsediyorum. Gerçek hayattan, gerçek efsanelerden bahsediyorum. Her bittiğinde, her tekrar başlamak ve kaldığı yerden devam etmek için kesildiği yerde; "İşte bu bizim hikayemiz!" dedirtmekten bahsediyorum. Kendini gerçekleştiren, gerçek insan mertebesine çıkan kimselerin ortak hikayesinden bahsediyorum. Müslümanın bu devirde başka ne işi, meselesi olabilir?

Bu arada halife-i arz tek başına olunabilen bir şey değil. İnsan orada cins isim. Bütün bir cinsin içinden seçilmiş olan, kendini seçebilen, seçtirebilenler halife-i arz oluyor. Dünyada olmanın anlamı kendi türünü temsilen seçilen insanlar arasında olabilmektir. Seçilenler arasına girebilmektir. Buraya bunun için geldik. Temel davamız budur.         

Üzerinde sıkı sıkıya düşünelim: Temsil nedir, ne işe yarar?

"Temsille anlat." "Buna bir örnek ver!"

2. Arızalı tez: "Arıza Batılılaşmakla Başlar!"
Hedef özellikle sağ kütleyi yönlendiren iki temel Trumanist ideolojinin köküne kibrit suyu dökmektir. Bunlar iddialarının aksine yerli değiller. Gerçekle uyuşmuyorlar, zeminleri hatalı. İnsan projeleri yok. Ve şu şu sebeplerden verimsizlik üretiyor, gavur aleti oluyorlar. Yaygın -cılıkları kastediyorum. O yüzden müesseseleştikçe saçmalıyorlar, güçlendikçe çökerek enkazlaşıyorlar. Muhteşem enkazlar halindedirler. Çünkü öyle "programlanmışlar!" Çünkü kafalarında uydurdukları plan genetik kök dokuyla uyumsuz. Çünkü iddialarının aksine millî, yerli, başarılı falan değiller.

Osmanlı, kabaca bir tarihlendirmeyle 1600'lerden sonra "havasını" kaybetmiştir. O tarihten sonra bir içe kapanma, içerdekini tüketme, tükenenin yerine yenisini koyamama; bilim, sanat, estetikten, dini hayatın derinliğinden kopma söz konusudur.

Hakikati hakikat olarak görmek buralardan başlar. Eksiği, fazlası, doğrusu, yanlışıyla tarihi zemini iyi bilmeden gerçek bir şey yapılamaz.

Mesela bunlar, geçmişi, özellikle Osmanlı'yı da kendi düşük gerçeklikleri üzerinden okuyorlar. Hazret-i Peygamberi, sahabeyi, din büyüklerini de hep kendi düşük algıları üzerinden okuyorlar.

Mesele geç 80'lerde üstü örtülü bir Amerikan projesi olarak başladı. O vakitler milyon tirajı olan (ülkemizin adını taşıyan) bir gazetenin verdiği "hazret kasetleri/hikayeleri" ile başladı. Sonra o grup televizyonunu kurunca bu masalları televizyon anlatılarına taşıdılar. Dünyadan elini, eteğini çekmiş; işte hasır, hırka, ibrik, uzun doksan dokuzluk yeşil tesbih; burada empoze edilen Hindulardan mülhem bir dindarlık vardı. Toplumumuz zaten son bir kaç asırdır Akdeniz toplumu halini aldı, biraz daha İspanyol, İtalyan, Yunan tarzı gevşekliğimiz artmıştır. Ele geçen, elde kalan eşyaya tesir etmek için uğraşmayan, gerçek bir hikayesi olmayan bir müslüman tipidir. Allah'a ibadet diye insanlardan uzaklaşıp, hayali, püriten, "güya" günahtan yalıtılmış bir fanusa kaçan hazretler. İşte ihanetin bir adı da buydu. Bu son zamanlarda suçüstü yapılarak KHK'lar ve mahkemeler üzerinden kendisiyle mücadeleye başlanılan Fetö mevzuu gibi bir mücadeleye maruz da kalmadı. Maalesef uğraştığımız düşmanlar dışında pek çok düşman da var ve birçok tehlikenin çoğumuz farkında değiliz. Proje Murdoch tipi bir toplumu gevşek ve sahte bir din anlayışı üzerinden daha da basitleştirmek, gevşetmek, güdülmeye hazır hale getirmek projesiydi ki zaten en sonunda bizzat Murdoch geldi, o televizyonu satın aldı. İroni mi, enteresan bir espri anlayışı mı, bilemiyorum.

Bu zihniyet geniş bir kesimin dünyayı (ve ahireti) algılamasında bir kodlanma olarak insanlara bulaştı ve zihniyet olarak yaşamaya devam ediyor. İnsanlara faydası olacak panzehir üretecek bir laboratuvar kurmayı hayır olarak göremeyen, zihninde dünyayı dünyevi, uhrevi alanlar diye aslında ironik olarak laikçe parçalara bölmüş, bilimi bir ibadet olarak görmeyen, şekil ibadetlerini yerine getirmek için yapılacak eylemlerle bir araya gelmeyi dini yaşamak, sahabeye benzemek zanneden bir Hindu-benzer anlayış. Onca ayette astronomiden bahsedilir, ortada astronot yetiştirmek davası yok.

3. Hayat, Oyun ve Eğlencedir
Temel meselelerimizden biri de toplumun gerçeklik algısını en etkili, en eğlenceli usullerle dönüştürmek. Rasulullah bir tüccardan çok legal bir mafya gibi, hilfulfudul faaliyetiyle emin sıfatını kazandı. Kilit cümle: "O bu işlere bakıyor."

Kıssası şu: Kızı ve devesine bir Mekke aşiret büyüğü tarafından çökülen bir kimsesiz, yolcu bedevi Mekke'de kimden yardım dilese kendisine sırt çevrilir. Yorgunlukla bir hurma ağacının gölgesinde çaresiz oturmaktayken biri yanaşır ve kulağına fısıldar: "Muhammed diye bir genç var. (Fetâ, yiğit). O bu işlere bakıyor." Evi kuşatıp deveyi alırlar. Adam, "Kız bir gece bende kalsın." der. Yeni durum kendisine aktarılan (biset öncesi) Peygamber "Kapıyı kırın. Kızı alın." der. Bu peygamber hadisesi biset öncesi döneme ait. O günler hatırlatıldığında peygamber, "Şimdi olsun yine yaparım." der.

"Osmanlı 1922'de yıkılmadı." gibi kilit cümleler çok önemli. Ahiliğin tasfiyesiyle, çok önce yıkıldı.

Kastettiğim slogancılık değil arızanın dışarıda değil kendi altkültür kökümüzde olduğuna dair cümleler kurabilmek yeteneği. Somut bilgiler. Gerçek bilgilerin yayılması, safsatacı bakışın kırılması önemli. Biraz çakal esnaflıktan, biraz da doğru akıl yürütmeyi bilmediklerinden, aileden, toplumdan, kıyas-ı batılı önceleyen bir anlayıştan geldiklerinden bu böyle oluyor. Yani Osman Paşa'yı seviyorsa "Plevne bir yenilgi değildir" noktasına gelebilen tehlikeli bir ahmaklıktan  bahsediyorum.

4. "Osmanlı'da İsyan  İklimi"
1600'lerden itibaren onlarca ciddi isyan var. Bu sosyopsikolojimizi mahvetmiş. İş yapma kültürünün yok denecek seviyede oluşu ve olan kültürün de korkunç zayıflığı, duygu durum kontrolsüzlüğü, analizi önemsememe, safsata vesaire vesaire.

Yani önce hastayı çaktırmadan, "Sen hastasın" diye aşağılamadan hastalığın varlığına ikna etmek temel meseledir. Doktor bunu öz kültürüne düşman zannedilmeden başarmalı; iltihaplanmış altkültür dokularını hazık bir cerrah yeteneğiyle kesip, atmalıdır.

Roman bir yöntem. Sinema bir yöntem. Bilimsel araştırmalara kaynak ayıracak, kadro yetiştirecek müesseseler kurmak bir yöntem. Vakıf, vakfetme, hayır, hasenat anlayışımızı komple değiştirmeli, gençler anlayacaktır, "upgrade" etmeliyiz. Zaten ne varsa yeni nesillerde var.  Kalanlar güneşi ceketlerinin astarlarında kaybettiler. Maalesef. Soyutlama yeteneğini millî planda artırmak bir yöntem. Estetik derinlik vakıfları bile öncelenerek önemsenmeli.

İnşaat teknolojilerini geliştirecek laboratuvar kurmak bir yöntem. Zehirli hayvanların zehirlerinden panzehir ve farklı ilaçlar üretecek müessese kurmak bir yöntem. Bir "bilim" dergisinde okudum. Bir yılanın zehrini alıp, ondaki bir maddeyi kullanıyorlar ve insana hiçbir yan etkisi olmayan, bilinen en etkili ağrı kesiciden onlarca kat etkili bir ağrı kesici üretiyorlar. Bu da Müslümanın meselesi olmalı değil midir? Yeryüzündeki zehirli yılanların, akreplerin, çıyan ve benzerlerinin venomlarının, zehirlerinin yüzde 90'ından fazlası henüz incelememiş bile. Neden? Bugüne kadar yeterli kaynak ve enerji ayrılmamış. İşte bu bir fırsattır.

Dünyaya bir medeniyet cevabı vereceksek böyle spesifik pek çok alanda Allah'ın yarattıklarını araştırmalı, ilmimizi artırmalıyız. Müslümanlık biraz da bu tür faaliyetlerin adıdır. Hayır diye iki caminin arasına bir yeni cami yaptırmayı anlamamız geç 80'lerde bir Amerikan projesi olarak zihnimize sızdırılan söylemlerin neticesidir. Verimsizlik, akıl zayıflığı, zaten kısıtlı olan mermilerimizi yanlış mevzilerde harcamak. Evet, bunlar hep gavur işi, hep eksik anlaşıldı. Hep sağdan, hep suret-i haktan geldiler.

5. İçindeki İçindedir veya O Neyse O'dur ve Renksizliğin Rengi
Bu renksizlik meselesi Mesnevi'de  geçer. Herkese açık bir eser olmakla beraber, akıların özel talimatnamesi olan Mesnevi...

Allah'ın kitabı zaten var. Mesnevi ve ehli okuyabildiğinde Arabî var. Mesnevi talimatname nevinden, sistem kurmanın, sahabeler gibi omuzlar sımsıkı birbirine kenetli bir araya gelmenin kurallarını, kodlarını, törelerini taşır; okuyana yaşatır. Hâşâ, Kuran gibi, Kuran yerine okunan bir eser değildir. Daha çok bir mühendisin usuller, kodlar, örüntüler, töreler öğrendiği talimatnamesi, yol haritası, "emperyal" planıdır. Osmanlı'yı Mesnevi okuyanlar kurdu. Osmanlı ne yapar idi? Pilav yer, Mesnevi okur idi. Arabî bu planda nerededir? O'nun yazdıkları da gafiller, soyutlama yeteneği olmayanlar, kereste, kalas ve odunların varlığından bîhaber olduğu ikinci fiziğin talimatnamesidir. "Non-lineer dile nasıl geçilir?" "Az uykuyla nasıl sağlıklı yaşanır?" "Nasıl kat kat hızlı ve anlayarak okunur?" gibi madde planında basit meselelerden başlayarak daha karmaşık, daha fazla ikinci fiziğin dilini içeren, gerektiren meselelerin talimatnamesi, öğütnamesi, yemeğidir. Hayatın en lezzetli yemekleri bu formüllerle yapılır.

Bir de şu var. Yerli olsun, yabancı olsun, yeni olsun, eski olsun, edebi olsun, akademik olsun, her orijinal bilgi yüklü eser bizim temel eserimizdir, sofralarımızın gıdasıdır. Bu ön kabulle bakmak gerek. Konuştuklarımız bir Brezilyalıya da bir mana ifade edebilmeli. Dünya akı olsun.

Yeni bir anlayışla, yeni bir akışa mecra olması maksadıyla temel kitlesel metinler bugün yeniden üretilse gerek. Metin deyince sadece yazılı eserleri, kitap formatına konmuş şeyleri anlamamak lazım. Özellikle sinema, televizyon ürünleri tahayyül edeceğimizden çok daha önemli vazifeler ifa etme noktasındalar.

6. Ahi Kültürü ve İçinde Bulunduğumuz Büyük Yalan
Çünkü yüksek kültürümüzün aslı ahiliktir. Ahilik günümüzde pek çok insanımızın zihninde bugünkü esnaf ve sanatkarlar odalarına kayıtlı dükkanları işletenleri ilgilendirebilecek bir "şey" zannediliyor. Ahilikte bu kimselerin zannettiği türden bir çarşı esnaflığının merkezde yer alması söz konusu değil. Evet, bir yönüyle ahilere esnaf denilebilir. Çünkü "esnaf" sınıflar demek. Ve bugün sanıldığı gibi türden bir esnaflık, ahilikte ancak kırkta bir hissedir.

Bugünkü mânâda küçük esnaflık, ahilerin iştigal alanları arasında en hafif, en önemsenmeyen alanlardan biri. Daha çok küçük yaştakilerin vücut motor tecrübesi kazanması için çalıştığı / çalıştırıldığı türden yerlerdir. Ahiler çok çok daha elittirler. Ahilikte sınıflar vardır. Her fıtratın ayrı halkalanması, sırlanması, ayrı yürüyüş ve gelişmesi söz konusu ama hâdise "çarşı"da esnaflıktan ibaret değil.

Bir zenci de delikanlı olup akı olabilir. Fütüvvet hem en kurmay haliyle çok elit, aristokrat, hem de yaygın kitlelere mal edilebilir bir meseledir. Tarihin bazı kısa dönemlerinde bu başarılmış. Niye tekrar olmasın? Ama esas olan dünyanın faniliği...

Bırak tanımlayamasınlar. Ki tanımlayamayınca bu, "element of surprise"ı güçlendirecektir. Tanımlayamamaları birtakım ahmakların rakip görüp bulaşması dahil pek çok riski de azaltır. Bırak bizi renksiz, kokusuz olmakla itham etsinler. Oysa dürüstlük, çalışkanlık, yüksek akıl, tam olarak rengin ve renksizliğin aynı anda kendisidir.

7. Gerçek Namaz Nedir? Bir Duruşun Adıdır!
Hepsi insanın yazılımını nasıl ayarladığına bağlı. Donanım ona göre tepki verecektir. "Salât'ı ikame etmek" beş vakit namazdan ibaret değil. Zaten "salât"ın "namaz" diye tercümesi ve günlük beş vakit namaz kılmaya indirgenmesi de bu millete karşı düzenlenmiş bir komplodur. Salât, 24 saat süren bir duruşun adıdır. Tabir caizse asıl camiden çıkınca başlayan duruşun adıdır. Salât, klas duruştur. Her ân, ama her ân Allah'ın huzurunda olduğunu idraktir. Kulu sıradan insanın tâbi olduğu birinci fiziğin üzerine çıkaran, onun dokunduğu yeri, bulunduğu mahalli bereketlendiren bir hâller bütünüdür...

(Bir de) Yani tıp doğru söyler ama ikinci fiziğin tıbbı farklıdır. Örnek: Zayıflamak için şunu şunu yapmak lazım diyen bir doktor, diyetisyen, (gerçek) uzman doğru söylüyordur. Ama zihindeki yazılımı değiştiren bir insan kat kat yanlış beslense bile yine diyetisyenin tarifindeki zayıflama sonucu ortaya çıkar. Bu daha çok farkındalıkla ilgili. Bunu bazıları bilimsel bulmayabilir. İsteyen inanır, istemeyen görmezden gelir.

Bu son dediğimi içselleştirdiğini, anladığını düşünüyor musun?

8. Ayvazlığın İnsanı Sonuca Götürürken Çarpan Etkisi
Biz kurgucuyu ikna ederek her şeyi değiştirebiliriz. Oyunun tümüyle dışına çıkarak. Walkman'i icat edenler oyunu değiştirdi. Antimadde, karanlık madde, yeni yüksek enerjiler, yeni yöntemler ve bu yöntemleri idrak edip; hayatına hayat, yürüyüşüne yol yapacak kadrolar.

Kalp aklın bir mertebedeki formunun adıdır. Kalp, hafa, ahfa, sır ve benzeri hepsi akıldır dostum. Kuranda iman etme vurgusundan çok akletme vurgusu yapılıyor.

Çünkü (Kehf'in başında bunu açıklar) iman etmek nasip işiyken, akletmek Halife-i Arz'ın görece bağımsız iradesine bırakılmış. O yüzden aslolan akletmektir, iman değil.

Bu kavmi bozmak isteyenlerin desteklediği işlere dikkat et. İnanmayı öncelerler. Oysa kelime-i şehadet bir inanma değil şahit olma, akletme ilanıdır. Külliyen kandırılıyoruz. Bu bir suret-i haktan görünme, bir "şeytanın sağdan yanaşması" meselesidir. Yok öyle bir şey.
Yüz bin delil getirsen inanmayacak inanmaz. Aslolan akletmektir. Aklı yükseltmektir. Aklın çeşitlerini bilmektir. Neticede "kalp" de aklın bir mertebedeki adıdır.

İşte sonuç: yığın yığın hödükler, ne teknoloji, ne bir direnç inşa edebiliyorlar. Dünyaya bir medeniyet cevabı veremiyorlar.

Foucalt Sarkacı, tahmin edeceğinden çok daha tehlikeli bir kitaptır.

Davut-u Kayseri, Niksar'da geometri/matematik medresesi mezunu ve Osmanlı'nın kuruluş dönemi eğitim sistemini kuran adam. Silsiledendir. İlk üç Osmanlı padişahı gibi o da akıdır.
Bu arada, şimdi gereken zaman üçyüz, altıyüz yıldan az olabilir. Zaman ve zemin hızlanıyor. Osmanlılar yükselirken pek çok rakibi ahilerce içerden bertaraf edildiği halde ilerlemişlerdir. Ahiler Osmanlı'nın önünü açmıştır. O günün anlayışında halklara bir yönetici aile göstermek gerekliliğine uydukları için "Sultan" tipik bir aileden gelmeye devam etmiştir ama Fatih dönemine kadar aslında "saltanat" yoktur. Sistem devleti vardır. Osmanlı'nın kuruluş ve yükselme döneminde bugünkü "modern" mânâya çok yakın bir iç sistemler ağı vardır. Çandarlı Halil'in "Fatih devleti ele geçirmeye çalışıyor" ifadesi bunlar bilinince bir anlam taşımaya başlar. Maalesef çöküş, en zirvelerdeyken başlamıştır.

Her yerde fütüvvet ehli var. Osmanlılar küçücük bir grupken Selçuklu sultanına geliyorlar ve Sultan onlara Ankara'ya çok yakın bir yerde ufacık bir arazi veriyor. (Maalesef) Tarihçilerin ekserisi hödüktür. Ankara'da ahilerin açık merkezi var. Ahiler, Osmanlıları deniyorlar ve akabinde, "testler bittikten sonra", Edebâli liderliğinde beraber Söğüt tarafına intikal ediyorlar.

Yoksa sultanın o kadar küçük bir arazi vermesi hakaret bile sayılabilir. Gelenekte bu yoktur. Oradaki mesele ahiler bu küçük obayı denesinler, test etsinler meselesidir.

Parçaları birleştirmek lazım. Yeni bir tarih okuması gerekiyor. Herhangi bir güç odağının gücünü pekiştirmek için yapılan safsatacı, ahmakça, devir değiştiğinde (Güneş Dil Teorisi gibi) ancak istihzayla hatırlanacak sözde-bilim destekli, siyaset hizmetinde tarih okumaları kaale alınmamalıdır. Evet, doğru olmasa da belki tarih yeniden inşa edilebilir bir şeydir ama saçmalama sınırlarının ihlal edilmemesi de "racon"dandır ki günümüzde bu sınırlara riayet edildiğini de pek söyleyemeyiz. 10 yaşındaki çocuğun kurgu zekasıyla tarihi manipüle etmeye kalkmak ne kadar zavallıca!

Osmanlı seçiliyor ve diğer güçler isteyerek veya istemeyerek birer ikişer Osmanlı'ya bırakıyorlar meydanı. Kimisinin çarşısı boykota uğruyor, kimisinin önde gelen komutanları Osmanlı safına geçiyor vesaire vesaire.

Fatih - Kanuni sürecine kadar tipik bir saltanattan çok sistematik bir devlet yapısı var. Damarlarda akan kan ahiler!

Venedik, Ceneviz, Françesko derken kapitülasyonlarla üretim, ticaret ağır ağır, adım adım gavura teslim edilirken, Maturidî'den Eşarî anlayışa geçiliyor, akıl değil rivayet öncelenmeye başlanıyor. Matematik, astronomi, mantık, yabancı dil eğitimi ağır ağır bertaraf ediliyor.

Tabiri caizse özetle eğitim düzeni, enderun sistemi piç ediliyor. İngilizleri, Anglosaksonları Amerika'ya ve dünya hakimiyetine taşıyan asil sınıf, elit sınıf türü bir anlayışı, hayatın, varoluşun gerçeğini, gerçekliği kaybediyoruz. Akabinde de antikorlarımız, direncimiz kaybolduktan sonra Westfalya'ya dahil oluyoruz. Direnemiyoruz. Westfalya'dan sonraki bütün direnişler, Abdülhamit direnişi, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı hep bir kabarıp taşma ama devamında bir sistemle kazanılan zafer / mevzilerde kalıcı bir "şey" inşa edebilme yeteneğinden koptuğumuzu da gösteriyor. Söz konusu olan hep "can havli". Can havliyle direnmişiz, püskürtmüşüz ama devamında bir medeniyet inşaı bahsi yok. Çünkü, bunu yapacak kadrolar ve o kadroları çıkaracak zemin bizzat kendi ellerimizle zamanında yok edilmiş. Ve düşmanı dışarıda aramaya devam etme arızamız hâlâ devam ediyor.

Bırak direnmeyi gidişatın farkında bile olan neredeyse kimse yok. Yok oğlu yok. Teori yok, pratik yok. Bakış yok. Görüş yok. Akılar yok, kalanlar zaten yok. Westfalya'dan Truman Doktrini'ne aktarılan güç, hâlâ bizi kendine tabi kılmaya devam ediyor.

Bunu kırmanın yolu bir asil sınıf oluşturmaktan geçiyor. Ama halk içinde, resmi kurum kuruluşlara değil "gerçek hayatın içinde" yürüyen, üreten, yüksek akılla çizilmiş bir hattı hareketle istikrar kesp etmiş, orijinal, ihlaslı, aşırı çalışkan tiplerle. Bir açıdan "beyaz Türk kökenden gelenlerimiz hariç" hepimiz köylüyüz. Hicret büyük sünnettir. Medine'ye, "şehre", şehirliliğe göçmeliyiz.

Sorun bunun aşılmasının tek başına edinilmiş sezgi ve kültürle mümkün olmaması. Geleneğin ortak hareket kültürüyle, uzun bir süreçte oluşmuş, yeni duruşların da ancak aynı samimi birliktelikle inşa olunacak olması. Günlük eylemlerden itibaren asırlarca deneme yanılma yöntemiyle öğrenilmiş bir şehirlilik tek nesilde bile aktarılabilir... Onun dışında tek başına öyle mümkün değil.

Esnaflık gibi, çok zekisindir, kavrayışlısındır, ama eğer tek başınaysan bazı şeyleri yine de birkaç kez iflas ederek öğrenirsin. İflastan sonra da hangi kaynak ve moralle var kalmaya devam  edebilirsin ki? Taşralarımız böyle hüzünlü hikayelerle doludur. Her kasabamızda birkaç Sony, Hitachi batmış gitmiştir. Kardeş kardeşle anlaşamamış, otorite kimse, baba, amca, dede, vefat edince ve/veya çekilince kalanlar, "onun karısı bunu dedi", "bunun kızı şunu yaptı" derken anlaşamamış, ayrılmıştır. Kalan şey hüzünlü hikayeler ve bir ülkenin hiç farkına varılmayan ardında minik minik iz bırakarak çekip gitmiş büyük imkanlarıdır.

Viyana'dır; Vatikan, Kızıl Elma'dır. Yeni Roma, New York'tur. New York'a Amerikalılar "Kızıl Elma" der, bilir misiniz?

Tek başına yürünmez bu yolda. Tek başına yürüyen en başa dönmez; daha da geriye gider. Gider, gider ta ki bir lanetin sarmalına düşüp, nasip olmadıkça kendisine uzanan elin olmayacağı bir kuyuda sıkışıp kalana kadar sönmeye, zayıflamaya, birinci fiziğin de altına inmeye devam eder. Bozuk sosyoloji ve psikolojinin insanı hapsedeceği o ortaçağ kuyularından birinde "sessiz" çığlıklarının kimse tarafından duyulmayacağı, kendi hikayesinin zavallı bir noktasında (astrofizikçiler singularite/tekillik derken her hâl ve kârda bunu kastetmiş olamazlar) kendi gariban, minicik, zavallı içine göçer, gider kimsesizliğin karanlığına. Ve vefasızlık ve ihanetin. "Kıyamet günü her vefasız için bir bayrak dikilir." bir hadis miydi? Büyükler sözü müydü?

"O gün onlara yardım edecek yoktur!" Kalın sağlıcakla.

*Kardaşev, ölçeğini kurgularken 3 medeniyet seviyesi düşünmüştür. Günümüz fizikçileri Kardaşev Ölçeğine (cetveline) tip 4 ve tip 5 olmak üzere iki seviye daha eklemiştir.

Ahmet Kubilay 2018-02-14 09:57:03

YORUMLAR

  • 0 Yorum