Bir gün ahşaptan yaptığım maket araç gövdesinin altına bir gırgırın içindeki dönen mekanizmayı yerleştirdim. Hazır aldığım uzaktan kumandalı oyuncak araba motorunu da tekerleklere güç verecek şekilde monte edip, süpürme işini zahmetsiz hale getirmeye çalıştım.
Hayatı kolaylaştıracak bir “icat”ın peşindeydim. Böylece görevimin beşte birini ifa etmiş olacaktım. Görev tanımı şuydu: Dönem sonuna kadar beş şey icat et… Evet, ilkokul öğretmenimiz bunu böyle ifade etmişti. Bunu o gün için başta garipsedim, fakat sonradan içine girince alıştım. Çünkü adına icat denilen şeylerden bir tanesi bir kutuydu. Kutu dümdüzdü. Yani, dümdüz bir kutuydu. Bir arkadaş onu bayat ekmeklerin konulduğu bir kap olarak tanımlayıp, icadı eline almıştı. Grup içi uyumu korumak için bunun gibi fikirler normal kabul ediliyordu. İyi bir şeyi çok istemek yoktu. Abartmak, abartılı bir davranıştı ve bizler efendiliğin kitabını yazıyorduk.
Hatırladığım ama düşününce yeni fark ettiğim şey, öğretmenin bunu böyle ifade etmesiydi. Buna “icat” denilebiliyordu. O da muhtemelen bize bakıp, “Bunlar çocuk zaten, ne var canım?” diyordu içinden. Biz de had bilme işlerinde fazla iyi olduğumuz için, “Olmaz öyle saçma şey.” diyemiyorduk. Efendilik vererek, çoğu zaman çok uzun vadeli vasatlık satın alıyorduk.
Behzat MALÚMAKA
YORUMLAR