Ahmet Kubilay

Ahmet Kubilay


Kime, Ne Diyeceğiz?

31 Ekim 2021 - 13:13

“Puşta puşt diyememek seni rahatsız etmiyorsa, sende de bir puştluk var demektir dayı.”
Olan biten için.

Bir müddettir neden köşeyazmadığımı soran kardeşlerime, dostlarıma, düşmanlarıma, ilgilenenlerime, ilgilenmeyenlerime yerine göre saygılar, muhabbetler, selamlar sunarım.

Aslım başka bir galaksideydim artık buraya bıraktığım karbon (C) kopyam yokluğumu ne kadar belli etmediyse burada ancak o kadar varmışımdır. Panik yapmayın. Otostopçunun Rehberi’ne bakın. Orada da bu türden durumlarda panik yapılmaması tecviz ve teşvik ediliyor. Ne diyeyim. Demek ben yokken köşeler muntazaman yazılmamış, çizilmemiş, ekilmemiş, dikilmemiş. Kendi aslım kendi gölgemi cezalandırabilecek değilim. Demek ki bazı görevler, bazı savaş eylemleri kişinin kendi gölgesine bile emanet edilmeyecek kadar bizzat yapılası şeylermiş. Bundan sonra daha dikkatli olacağım.

Başka bir felekteydim, buranın evkatine göre kısa ama yaşayan aslıma göre çok uzun sayılacak bir süre boyunca bazı enteresan ve bu galakside nasıl hüsnü istimal edebileceğimi henüz keşfedemediğim ilimlerin tahsili ile meşguldüm. Tahsil bitti, şimdi sıra temrinde olsa gerek. Yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Bir kavle göre “oku” emri ile başlayan bir yolculuktayız. Bu yolculuğun paratoneri muhakkak yazmaktır. Yazmak eylemi üzerimize çektiğimiz, çekeceğimiz yıldırımların devasa elektrik yükünü “sadık dostumuz” kara toprağa akıtmaya yarıyor. (“Bir kavle göre” derken ilk inen emrin bu olmadığı iddiası da var. Yabana atmayalım derim.)

Bir Güney Amerika uyuşturucu baronunun hayatını anlatan dizinin girişinde “Son derece detaylı ve gerçekçi bir dünyayı, inanması çok zor bir unsur ele geçirdiğinde buna büyülü gerçekçilik denir. Büyülü gerçekçiliğin Kolombiya’da başlamasının bir sebebi var.” deniyor. Ülkemiz her ne kadar Amerika’nın güneyinde ve hemen altında yer almasa da son devrin gelişi ve gidişatı açısından manzaranın çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Kolombiya’ya nazaran daha uzakta olsak da etrafı darma duman eden fırtınanın gözü, Langley’dedir. Belki ancak adlandırmada minik bir farklılık olabilir: “Büyüsüz gerçeksizlik”.

Bol yalan. Yalan o kadar baskın ki gerçek taklidi yapan bir maske onun yalandan yüzüne yapışmış, çoğu onu gerçek sanıyor. Nasıl bir yalandan bahsediyorum? Şöyle ki, pek çok yerine “tarım başkenti” dövizleri asılmış bir şehirde bile gerçek yumurta, gerçek tavuk eti, gerçek kırmızı et bulmak kafirle cihat kadar aşırı gayret gerektiriyor. Hele aslına müdahale edilmemiş buğday unu bulmak çetin bir matematik gerektiriyor. Daha da kötüsü bunun böyle olduğunu tarif ettiğiniz önde gelenler, kendilerinin hakiki yumurtayı falanca köyden temin ettiklerini, istiyorsanız size de getirtebileceklerini söylüyorlar. O kadar sevimsizler, o kadar büyüsüz, hakikatten o kadar uzaklar ki, hakikatte yalan bile değiller. Öyle besmelesiz kesilmiş eşek etinden yapılmış, yarım pişmiş kıymalı pide gibiler. Ama sorsanız lokantalar muhteşem, işletmeciler süper kahraman. Beğenmezseniz ölümlerden ölüm beyenin. O kadar da netler! Sizin, kendiniz dışında kalan insanların, özellikle çoluk çocuk sabi sıbyanın gerçek yumurta yeme ihtimalini savunduğunuzu anlayamıyorlar. Bu sinemaki güruh, o türden bir diğergamlığı basit dünyevi pozisyonlara tercih ve terk edeli çok olmuş. Ne diyelim, Allah büyüktür!

Bu bahsettiğim Yaban romanında evsafı (veya vasıfsızlığı) tarif edilen bir türdür. Daha doğrusu alttürdür. Doğru ya, altkültür alttür doğurur. Başta Yakup Kadri olmak üzere o dönemin gözlemcileri çok uzun yıllarını savaşlarda takım, bölük yöneterek geçirmiş okumuş kimselerdir. Milli coğrafyanın bütün renklerini iyi tanırlar. O yüzden tespitleri “yaban”a atılmamalıdır. Aradan geçen zaman yüz yılı buluyor ama özde değişen bir şey yok.

Oysa her şey kökünden sarsılmalı ve değişmeli. Milyonlar bir yanlışa doğru demekle o yanlış doğru olmaz. Kötü misal vereyim; milyonlarca insan muhalfarz homoseksüelliğin eyi bir şey olduğunu düşünüyor diye biz de öyle olmayı normal karşılamayacağımıza göre iyilerin azlığı kötü bir şey olmayabilir. Korkunç vasıflı bir azlığın peşinde binlerce ömür geçirmeye değer. Yanlış ve yanlışın türevi yollar bizi doğruya götürmeyeceğine göre doğrusu öteki dünyada verilecek hükmü beklemektir. “Az olacağız, az kalacağız” diye bir şart da yoktur. Sadece işin başındaki acemi arkadaşlar kendilerini yalnız hissetmesin diye onlara can simidi atıyorum. Yoksa akıllı bir azlar topluluğu milyonlarca öküzü, sığırı pek rahat güdebilir. Zekamızı kat be kat artırmalıyız dostlarım. Vasıf, daha çok vasıf.

Boş verin ahmakları, aptalları, gayretsizleri. Boş verin biraz yemek, güvenli bir çatı bulduğu için bir müddet sizinle takılıp sonra kendilerini daha güvende hissedecekleri minik ekonomik özgürlük alanları bulduğunda zıplayan it mabadından haysiyetsiz dümbelek ve fakir pireleri.

Boş verin ahlakı tersinden kurgulanmışları. Boş verin nasipsizleri. Boş verin boksörün burnundaki lekeye odaklanıp, yumrukları okuyamayanları… Bırakın bu minik komiklikleri, yanlış okuyanları, okumayı bilmeyenleri. Şeşi beş görenleri boş verin.

Bu tarihi bir yürüyüştür ama siz yürümekle iktifa etmeyin, koşun. Vakti gelmediği için nasibi olmayanları da affetmeyi bilmek şartıyla, boş verin geride bıraktıklarımızı. Boş verin. Gerçek süt ve yumurtayla beslenemeyen her bebeğin vaziyetinde vebali olduğunu bilen mertler sizlersiniz. Bırakın bu müptezelleri. Siz kendi yolunu kendi açanlar, göstere göstere gelenler ve çakınca çok fena vuracak olanlarsınız. Müstakim olun, rahat olun, koşun. Sizler, bin yılda bir doğmuş bu nasip dönemi içinde asıl neye yoğunlaşmanız gerektiğini iyi bilenlersiniz.

Seke seke koşturun, eze eze devam edin. Bu coğrafya daha yumuşağını kaldırmayacak. Gevşemeyin, ciddiyetsiz olmayın. Yeni bir kavim ancak bu şartlarda mümkün. Bu gevşeklere benzeyen onlardan beter olsun. Gayretinizi katlayarak artırın. Sizler tarihsiniz, tarih yazmaya devam edin.

Bu doğru okuyarak ve etkili, güzel yazarak devam edilen bir yolculuktur. Gerçeğin katları olduğunu unutmamak gerek. Ortalama insan gerçeğin görünen hâlinin mümkün tek gerçek olduğunu sanır. Oysa gerçek kat kattır. Gerçeğin ikinci katına, ikinci fizikle çıkılır. İkinci fiziğin kendi tıbbı, kendi sosyolojisi, kendi psikolojisi, kendi özel ilimleri vardır. Yol azlarla inşa edilir ama Allah nasip ederse de o azlar milyonları başka bir ufka, başka bir medeni seviyeye çıkarır. Yol uzun, yapılacak çok. Mesele niyet etmek.

Size yeterince yaklaşamayanlar hayalden bahsettiğinizi sanacaklar. Oysa “anlatılmaz, yaşanır” bir süperpoze maddi-manevi hâlin çocuklarısınız. Birbirinize bir dokunursunuz, üç kat hızlı okumaya başlarsınız. Biraz daha yükselmiş olanınız yek diğerine bir dokunur, uyku ihtiyacı katlanarak azalır. Bunu altkültüre tapanların anlaması mümkün değildir. Ne sizin standartlarınızı idrak edebilirler, ne size yetişebilirler. Bırakın, gürültü yapsınlar. Bırakın hemen algılamasınlar. Her döngüde zamanı geldiğinde, vakteriştiğinde skor tabloları, bilbordlar, yön tabelaları sizi gösterecek, sizi konuşacak zaten. Ansiklopediler sizi yazacak.

Sizi kibirli sanmaları dahil bir sürü eksik anlamayla muhatap olmanız başlarda kaderdendir. Zamanla bu da düzelecek. Sabretmek gerek. Sizi bildiğini sananların en az yedi ceddinin görmediği başarıları hazırlayın, başarılara hazırlanın. Gerek ferdî, gerek toplu başarılarda iksirle bakırı bile altun yapın, tuğları yüceltip, çağı değiştirin. “Ne diyor bu” diyenleri dualarla nasiplerine uğurlayıp, tarihi yürüyüşünüze fert fert devam edin.

Bu hayaller o kadar gerçek ki. Sadece inanmak ve çalışmak gerekiyor. Safları sık tutup, omuzları bitiştirip, saf saf dizilmek gerek. Selametle.

Ahmet Kubilay 2018-06-13 08:39:17

YORUMLAR

  • 0 Yorum