Alper A. İlerigel

Alper A. İlerigel


Bir Köy Havası: Sembolik İtaat - Büyük Kaçgun

18 Ocak 2024 - 08:08

Meşhur epik bir videodur, Nuri Bilge Ceylan’ın “Mayıs Sıkıntısı” filminde içi domateslerle dolu bir sepeti taşıyan mavi önlüklü Ali’nin videosu. Fonda Turgut Uyar’ın “Terziler Geldiler” adlı şiirinin son dizesi ve onu seslendiren İsmet Özel…

Gözünüzün önüne gelmiştir mavi önlüklü Ali. Ali, yerdeki domateslerle dolu sepeti kaldırırken bir domates yere düşer ve onu almaya çalışırken de önlüğünün cebinde büyük bir ihtimamla taşıdığı, kırılmaması gereken yumurtası kırılır. Sonra kırık yumurtanın sarısı belirir ekranda. Ardından sepet ve domatesler görünür. İnsanın içinden de şu geçer: “Bir tekme çak şu sepete. Bir tekme çak kıymeti yerle yeksan edene, bozana!” 

Sonra Ali, o beklenen meşhur tekmeyi atınca arka planda da son vuruş gelir: “Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…” Ali’ye bir yumurta verilir. 40 gün bu yumurtayı kırmadan taşırsa, karşılığında babası Ali’ye bir saat alacaktır. Bu görünürde hafif ama aslında taşıması ağır bir yüktür. Bu olaya da kasabada, kendi filmi için çalışmalar yapan yönetmen tanık olur. Yönetmen, Ali’nin yanına gelip “Ali sen bunu kaynatıp taşırsan kırılmaz.” önerisinde bulunur. Ali ise bu öneriyi “Olmaz, hilelik olur.” diye reddeder. 

-Yeşil Devrim, 1940’lar ile 1970’ler arasında dünya genelinde gözlenen tarımsal üretim artışını ifade eden bir terimdir.* Dünya genelinde tohum ıslahı, makineleşme, kimyasal gübre, sulama ve zararlılarla mücadele gibi yöntemler kullanılarak üretim düşüşlerini önlemeye ve birden çok hasat alma yoluyla tarımsal üretimi artırmaya yönelik tarım politikasına verilen addır.

Antropolog James C. Scott, “Weapons of the Weak”** kitabında Malezya’da yeni endüstrileşen bir köyde kırsal sınıf çatışmasının gündelik biçimlerini anlatıyor. Yazar burada köylü ve köle toplumlarına ve onların tahakküme tepki verme biçimlerine, açık açık görülebilir isyan eylemlerine değil de kalıcı kölelik yoluyla zaman içinde uygulanan kültürel direniş ve işbirliği yapmama biçimlerine odaklanıyor.

Toprağı ıslah ederek açları doyurma gayesiyle ortaya çıkan Yeşil Devrim ile zenginler daha da zenginleşirken, fakirler daha da fakirleşmiş ve 1976’da biçerdöverlerin tarımda kullanılmasıyla küçük arazilere sahip çiftçiler, iş gücünün 3’te 2’sini ortadan kaldırmışlardı. Yani herhangi bir toprağı olmayan işçiler devasa biçerdöverlerin dünyasında yapayalnız kaldılar. Biçerdöverlerin tarlalara girmesi ekonomik olarak daha avantajlı olanlara hizmet ederken; yoksul köylüler çeltik üretiminden arta kalanlara tutunarak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Yeşil Devrim, aslında servet eşitsizliğine sebep oluyordu. Fakirleştikçe fakirleşen köylüler muzdarip oldukları bu durumun asıl sorumlularını yani Çinli toprak ağalarını suçlamıyor ya da hedef göstermiyorlardı. 

Aslında bu durum eşikte kalan, eşiği geçemeyen toplumlarda sık görülen bir durumdur. Artık ne köylüdürler ne de şehirlidirler. Bu eşikte bir Köroğlu bir Ayvaz salınıp dururlar. Tabii olan da bu sanırım. Çünkü geçimlerini sağladıkları, ekmek yedikleri eli ısırmak istemiyorlar. Bu da onları iki yüzlü bir hayatı benimsemeye götürüyor. Yüzeyde barış/itaat var gibi görünürken aslında daha derinlerde direniş/isyan besliyorlar. Sembolik bir itaat, itaat değildir. Bu sembolik itaatin altında direnme/diretme yatmaktadır. İnsanlar yaşadıkları bu kültürel hegemonya ve tahakkümü doğal karşılıyorlarmış gibi görünseler de “idare etmeyi” seçiyorlar. Antropolog James C. Scott bu insanların şikâyet etmelerine rağmen mevcut duruma “tahammül” etmelerini taktiksel bir tavır olarak nitelemektedir.

Scott devamında fakir ve zengin köylülerin (toprak sahiplerinin) gündelik hayatlarından örnekler aktarıyor. Mesela, böyle bir yerde fakir köylülerin, toprak sahibinin verdiği ziyafet yemeğine katıldıklarından ve yemeklerini yedikten sonra oradan hızlıca ayrıldıklarından bahsediyor. Mesela, fakir köylülerin, beklenenden daha az fakat doğrudan da kendi çıkarlarını olumsuz etkilemeyen maddi veya nakdi bir hediyeyi ziyafet sahibine vermeyi ihmal etmediklerini anlatıyor. Başka bir örnekte fakir köylülerin yoldan geçen bir toprak sahibini selamladıklarını fakat bu selamlamanın olması gerektiğinden kısa olduğunu ve yeterince samimi olmadığını gözlemliyor. Scott, fakir köylülerin herhangi bir yüzleşmeye varmayan bu hareketlerini sembolik itaat olarak tanımlıyor. Sembolik itaat kültüründe yüzleşme ya da doğrudan isyan yoktur. Bu kültürde sembolik itaatle oluşturulan yapay bir düzen vardır. Yapay düzende toprak sahiplerinin beklediği asgari nezaket ve hürmeti, fakir köylüler karşılıyorken; fakir köylülerin de beklediği “karın tokluğunu” toprak sahipleri karşılıyor.

Scott, bu konu hakkında şu örneği veriyor: “Bir yaya kavşağın yarısındayken trafik ışığı değişince kendisine doğru gelen araçlara karşı küçük bir oyun sergiliyor. Yaya bu küçük oyununda acele ediyormuş gibi davranıyor ve yolun karşısına geçiyor. Araçlar da yavaşlamadan yoluna devam ediyor.” Yaya eğer yavaşlasaydı, sürücülere meydan okuyacaktı ve yapay düzeni ihlal edecekti. Yapay düzende sürücünün yol hakkı doğrudan ihlal edilmediği için sembolik itaat devreye giriyor. Aslında yaya normal hızında devam etseydi sonuç yine aynı olacaktı. Ayrıca yayanın, araçların geçiş hakkını tanımış olması kurallara gerçekten bağlı olduğunu da göstermiyor. Samimi olmayan yayanın bu hareketi sembolik itaati temsil ediyor. Bu itaat şekli de temel prensiplere, kurallara samimi bir şekilde bağlılık göstermeden onlara yüzeysel olarak uymanın göstergesidir.

Fakir köylüler, zengin toprak sahiplerine çeşitli direniş mekanizmaları geliştiriyorlar. Bahsettiğimiz örneklerle beraber iş yavaşlatma, petrol tankına şeker koyma, işi sabote etme, dedikoduyla yöneticinin itibarını zedeleme, ayak diretme, sahte itaat gibi mekanizmalarla mevcut durumdaki tatminsizliklerini belli ediyorlar. Bu mekanizmalar daha az görünüme sahiptir ve gündelikten öteye geçemez. Bundandır ki Scott, kitabının başında Etiyopya atasözünü alıntılar: 

“Akıllı köylü, büyük efendinin karşısında yerlere kadar eğilir; ama sessizce osurur.” 
Buraya kadar şu durumu rahatlıkla anlayabiliriz. Köylü-toprak sahibi arasında iki taraf da kendilerinin asıl/gerçek yüzlerini karşı tarafa göstermezler. Birbirlerini izlemedikleri anda çıkarttıkları maskeleri kullanırlar. Rol yaparlar ve rol yaptıklarını da bilirler. Zengin olan ziyafet verir, gücünü gösterir, sosyal yardımda bulunur; fakir olan köylü ise itaatkârlık rolünü üstlenir ve oynar.

17. yüzyılda Anadolu’da Celali İsyanları sırasında, halk hem ekonomik buhran hem de isyanlar nedeniyle kendi toprağını bırakarak tarıma elverişsiz ve kendilerini güvende hissedebilecekleri bölgelere kaçmıştır. İşte bu durum tarihte Büyük Kaçgun olarak adlandırılmıştır.***

Büyük Kaçgun’la bölgelerdeki yerleşim planları değişmiş ve büyük göçler meydana gelmiştir. Bu da doğal olarak Osmanlı Devleti’nin mali yapısında tahribe neden olmuş, devlet, vergilerini toplayamadığı için gelirler ciddi biçimde düşmeye başlamış, kırsal alandan gelen hammadde transferi sekteye uğramış ve bu durum kentlerdeki loncaları da sıkıntıya sokmuştu. Tüm bu olanların sonucunda da kentlerde hem nüfus hem de işsizlik ciddi bir şekilde artmıştı. Hammadde kıtlığı sonucunda da iaşe sorunu başlamıştı. 

Tarihçi Mustafa Akdağ, Celâli İsyanı ile ilgili olarak şunu söylüyor: “Celali Fetreti ve onu kovalayan daha yıkıcı bir devir olarak Büyük Kaçgun, Türkiye’nin toplum hayatını gerek dirlik ve gerek düzenliği yönlerinden yüzyıllar boyunca onaramayacağı kayıplara uğratmıştır.”****

Osmanlı’nın bu dönemi gerçeklerin acımasızlığını göstermektedir. Verimsiz arazilerde bir ömür sürmek, çocuk yaşlarda kıtlık çekmek, açlık korkusuyla yaşamak ya da ölmemek için çaba göstermek… Kadınlar çocuklarını yeterince besleyemedikleri için ister istemez hayatta kalma reflekslerini ortaya koyuyorlar. Burada karşımıza kadınların yoklukta kendi emekleriyle zar zor yaptıkları ekmekleri başkalarından gizleme istekleri ve çocuklarına da bu ekmekleri başkalarından saklamaları gerektiğini tembihleyen kadınlar çıkıyor. 

Osmanlı’nın bu dönemindeki travmatik olaylar, nesilleri etkilemiştir. Atalardan gelen miras da travmatik olaylardaki deneyimlerdir. 17 ve 19. yüzyıllar arasında çıkan savaşlar, ekonomik buhranlar, hastalıkların artması (sıtma vs.) ve hastalıklara çare bulunamaması gibi durumlar Osmanlı toplumundaki vasıflı insanların azalmasına neden olmuştur. Uzun yıllar sürecek kıtlık yaşanmış, bundan dolayı aç kalmış bir nesil ortaya çıkmıştır. Aç olan insan, korku halinde olur, gelecek kaygısı yaşar. Bu haldeki insan cesaretini yitirerek korkaklığa meyilli hale gelmiştir. Başkasının halini anlamak ona yardımda bulunmak yerini bencilliğe sevk etmiştir. Birçok örnek verilebilir. Meydanlarda bağıra çağıra halka adaletli olma çağırısında bulunan insanların konu kendilerine gelip çıkarlarına dokununca adaletin yüzüne bile bakmadıklarını görürsünüz. Samimiyet yoktur ve delikanlılık bunların kanına tövbe etmiştir. 

Arızalı/travmatik kodlar düzelecektir. Düzelmeye de mahkûmdur. Büyük Kaçgun’un travmatik hastalıklı kodlarını ve Malezya’nın bir köyünde sembolik itaatle oluşturulan yapay düzeninin çeşitlerini günümüz altkültüründe de görebiliriz. Bahse konu olan arızalı kodlar evimizde, işyerimizde, arkadaşlarımızda, diğer sosyal ortamlarımızda pekâlâ karşımıza çıkabilir. Bu kodlar, salgın hastalık gibidir ve her an tetikte olmak gerekir. Ali’ye üçkâğıtçılığı aşılamaya çalışan yönetmen, Ali’nin delikanlılığıyla yüzleşir. Çünkü delikanlılık kıymetlidir ve hileyi ortadan kaldırır. Ali eşikte durmaz. Çünkü Ali, gerektiğinde tekmeyi çakan kişidir. Minneti yoktur, delikanlıdır. Küçük hayatında koca bir delikanlıdır. Kendisi için büyük bir meselesi vardır. Mevzu babasının alacağı saat değildir. Gerektiği yerde ve zamanda gerektiği gibi davranmaktır. Her şeyi düzeltmek israfın dibini boylamaktır. İhsan ise gerekeni gerektiği yer ve zamanda yapmaktır. 

Ne diyordu fonda: “Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…”
Alper A. İLERİGEL

Kaynak:
*Vikipedi/Yeşil Devrim
**James C. Scott: Weapons of the Weak: everyday forms of peasant resistance/
***Onur Tunus: 17. yüzyılda Osmanlı Devleti'ndeki Büyük Kaçgun'un Neden ve Sonuçları
****Mustafa Akdağ: Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası/Celâli İsyanları

YORUMLAR

  • 0 Yorum