Ahmet Kubilay

Ahmet Kubilay


Tarihi Çevir, Tarihi Kır!

31 Ekim 2021 - 12:44

“Muhakkak Allahu Teâlâ hazretleri, sığır cinsinin otları dişleri arasında çevirdikleri gibi tekellüfle konuşan, ağzının içinde dilini dolaştıra dolaştıra belagat taslayan erkeklere buğzeder.”
H. Ş.

Dil insanlararası bir iletişim vasıtasından mı ibarettir? Dil, (yani lisan) aynı zamanda insanın beyninin çalışma tekniklerini belirleyen, ancak daha da ileri düşünmeye cesaret edebilenlerin anlayacağı yönüyle de vücut fonksiyonlarında olağanüstü farklılık ve değişikliklere sebep olabilen bir "şey"dir aslında.

Evet, aslında. İşin aslı bu olsa gerek ama insanoğlu, imtihan dünyası icabı pek çok şeyde yanıldığı gibi bunda da yanılmakla maluldür. Vücut, vücudun içinde yaşadığı sosyal ortam, insanın kaderi bir donanım gibi düşünülürse onun işletim sistemi dildir. Ne çare ki bunu anlatmak hiç kolay değil. Dil, bu "donanım" için hatta işletim sisteminden daha fazla bir anlam taşır. Bir çeşit sihirdir.

Oraya nasıl ulaşılır? Bu direkt öğretilebilen bir şey değil. Oraya hâlle gidilir.

Mesele biraz da, daha elit, daha ayvaz bir iletişime alışmak. Oraya gitmenin yolu bundan başlıyor. Çünkü biz toplumun mevcut iletişim tarzını amatör bulan, bundan şekva eden insanlarız. Toplum çok düşük bir iletişim seviyesinde anlaşıyor. Aslında belli ki anlaşamıyor. Anlaşır gibi yapıyor. Bu zayıf ama yaygın dilin maliyeti çok büyük. Nihai tahlilde kocaman bir imparatorluğu biz bu zayıf dil yüzünden kaybettik.

Ortalama insanlara dikkat edin. Onlar, üç öğeli bir cümle duyduklarında o cümledeki öğeleri tekrar tekrar sorarlar. Maksadı bir cümleyle, enlemesine boylamasına eksiksiz ifade ettiğiniz bir mevzuda her bir öğeyi sanki söylenmemiş gibi tekrar tekrar sorarlar. Bu çok düşük seviyede çalışan bir "işletim sistemi"ne işaret eder. Aynı insanların işlerinde güçlerinde de bir unsuru aşan basamaklı meselelerde akış hataları yaptıklarını göreceksiniz. Çoğu iki ve daha fazla unsurlu, en kısadan biraz uzun vadeli işlerde ya işin adımlarını birbirine karıştıracaklar, ya basamakları atlayarak iş yapmaya kalkacaklardır. Çok tuhaf, iş yapmayan - işçi çalıştırmayana, istihdam yapmayana inanılır gelmeyecek kadar tuhaf bir şekilde en basit işlerde çok basit hatalarla ya işi geciktirecekler ya insani ve ekonomik maliyeti artıracaklardır. Biraz karmaşık organizasyon gerektiren işlerle uğraşan insanları bezdiren bu durum neredeyse bütün büyük çaplı problemlerimizin özündeki, altındaki sorundur. Bir işletim sistemi olarak dilin olağanüstü sistemsiz oluşu ve zayıflığı. O yüzden toplumda cari, yaygın olan malum günlük dil; bir iletişim aracından çok safsatayla yaralı bir bulaşıcı hastalık yayma örüntüsüne (istasyona) benzer.

Bahsettiğimiz anamızın ak sütü gibi helal olan Türkçe değil. Ortalama insanın tâbi olduğu yıkılası alt kültürün bir fonksiyonu olarak her yerde yaygın bir işgalin vesilesi olan bir "tarz"ın adı. Eğer bu milletin düşmanları ana hamlelerini bizleri bu kadar zayıf ve safsatacı bir dille konuşmaya alıştırmakla yapmamışlarsa bize daha başka nasıl bir komplo kurmuş olabilirler ki!

Bu "dil"i konuşma alışkanlığı aramızdaki en zeki insanları bile zamanla aptallaştırıyor. Bunlar tecrübeden kaynaklanan beyanlardır. Bilimsel kanıt isteyenler laboratuvarlarda, çalışma gruplarında nörolojik deliller bulacaktır.

40'ına, 50'sine gelmiş bizdeki dedelere bakın; bir de aynı yaşlardaki bir Alman'a, İngiliz'e, İtalyan'a bakın. Temel fark beslenme, kafa rahatlığı değil, iletişimde kullanılan günlük dilin ciddi seviye farkıdır. Bu adamlar maalesef çok yüksek bir seviyede iletişim kuruyorlar.

Günlük dilleri; duygudurum kontrolü başta olmak üzere çok daha yüksek bir idrak ve öz kontrolü getiriyor.

Ortalama günlük dilin, onu düzenli konuşanların beyin fonksiyonlarına vereceği en hafif zarar düşünce hızını yavaşlatmak, hafızayı köreltmek olacaktır. Kültürün, millî medeniyetin üst diline çıkmak, iletişim kurarken daha zekice, daha yüksek bir anlayışa, tabir caizse "racon"a geçmek şart.

Epigrafta geçen "sığır cinsinin otları dişleri arasında çevirdikleri gibi tekellüfle konuşan, ağzının içinde dilini dolaştıra dolaştıra belagat taslayan" ifadeleri bana hep cer hocalarını çağrıştırmıştır. (Başkalarını da anlatıyor belki ama öncelik cer hocalarının...) Osmanlı'nın yıkılış dönemlerinde köy köy dolaşarak, yarım dini bilgileriyle halkın sırtından geçinen cer hocaları... "Hoca" dendiyse meseleleri birilerine bir şey öğretmek değil, o yüzden aslında hoca da değiller. Temel meseleleri sermayeyi doğrultmak, hep daha fazlası hep daha fazlası... Bu maksatla girecekleri güç elde etme yolları, (ticaret, siyaset, vatan kurtarıcılık) için bol itibar edinebilecekleri dini söylemleri olmasından mütevellit kürsü dokunulmazlığına sahipler. Sanki aradan asırlar geçmemiş, daha üstün bir örgütlenme modeli de bulunamamış. Bazı kürsülere bakın, bu rivayet cuk oturmuyor mu? Çok ilginç bir tanım değil mi?

Bu hakikati sıradan dille konuşan sıradan insanın fark etmesi çok zordur. Hakikat (veya hakikatsizlik) en iyi ihtimal bu "elemanlar" birbirlerine düşerlerse ortaya çıkabilir. O da söylem manipülasyonlarından hakikatin sızabildiği kadar; yani kısmen. Yoksa iş yaş.
Daha anlaşılır bir dille ifade edeyim: Osmanlı yıkıldı, gitti. Biz aynı örüntüler ağının, güçlü bir devletin tekrar inşaı peşindeyiz. Ama bunun yolu Osmanlı'yı, bir önceki devletimizi yıkan modellerin ve rol kesen düşkünlerin tekrar aynı usul ve vasıtalarla iş yapıyor gibi patinaj yapması değildir. Zaten Osmanlı'yı bu cer hocaları modeli üzerinden gerçek dilini kaybeden halkın naifliği, zayıflığı yıkmıştı. Bizi dış sebepler ve başa gelen büyük savaş felaketleri değil; asıl (Elmalılı Hamdi merhumun tanımıyla:) "dilleri var anlaşamaz bir kavim" olmak yıkmıştı. Tıkır tıkır çalışan sistemler ve bu sistemlere bizi götürecek ayvaz insan modeli inşaını niyetimizin, düşüncelerimizin, eylemlerimizin merkezine koymamak yıkmıştı. Aynı felaketi tekrar tecrübe etmeye ne gerek var! Bu gerçek er geç zuhur edecektir. Bunun zuhuru peşindeyiz.

Yoksa bu zayıf günlük dille anlaştığını sanan ama gerçekte anlaşamayan bir topluluğun başına gelen ve daha da gelecek olanları tahmin etmesi bile mümkün değil. Zaten başına felaketler geldiğinde de o anda anlamaz, ancak çok daha sonra, ancak iş işten geçtiğinde bir felaket yaşamış olduğunu idrak eder. Bu idrakten de bir irfan doğmaz. Bunu nereden anlarız? Yeni bir felaket örüntüsü farklı aktörler ve zeminde tekrar karşısına çıktığında yine başına gelecekten habersiz, mübarek başını meleye meleye belalara uzatır ve bu kısır döngü döndükçe bereketsizleşir, döndükçe kısırlaşır. Sonra yeni bir kılıkla felaket yine geldiğinde aynı şeyler tekrar yaşanır.

Tarihi kırmak gerek. Birilerinin bu mübarek ama aynı zamanda gariban topluluğa; hem topluluk, hem fert planında gerçek var oluşlar inşa edemeyiş sebebini, sebeplerin sebebi olan bu dil meselesini anlaması için ilmen, keşfen müdahale etmesi gerekir. Bütünü gözeterek ama ancak "onlardan bütüne ulaşacak küçük bir kısmını elitleştirmeyi" hedefleyerek eğitim seferberliği vasıta ve kurumları inşa etmeden hiçbir şeyin değişeceği yok. Günlük hayat üzerinden bütün millî varlık unsurlarını basitleştiren bu günlük kültür bertaraf edilip, üst dile, üst ve gerçekten millî kültürün diline, "büyük huzur"un diline geçilmeden her yeni tarih sayfamız ötekinin aynı felaketlerle dolu gelebilir. Bizden söylemesi.

Ezcümle, özetle: elit bir sınıf üzerinden üstün bir dile geçilmezse, bütün toplum da buna teşvik edilmezse daha çok çekilecek dert var demektir.

Ahmet Kubilay 2018-03-21 19:54:34

YORUMLAR

  • 0 Yorum