Ahmet Kubilay

Ahmet Kubilay


Vebal Benden Gitsin

31 Ekim 2021 - 12:59

Birbirine asla değmeyecek hayatlar var. Apayrı ülkelerde, apayrı kültürler, aynı gezegeni paylaşıyorken ölçülemeyecek mesafelerde birbirine uzak kimseler... İnsan böyle sanıyor genellikle ama bilmiyor ki herkesin herkesle ve her şeyin her şeyle “bir şekilde” bağlantısı vardır. Hikmet her yerde olabilir. İstihbarat her yerde olabilir. Data her yerde olabilir. Meşhur örnektir: Edison ampulü bulurken binlerce deneme yapmıştır, denir. Doğrudur.

Adamsendecilik mezhebine kafir olup, yeni bir meşrebe, ayvazlık ve fütüvvet meşrebine girsek gerektir.

Herhalde söylemeye gerek yok ki Youtube bir dünya markası. Youtuber da dilimize yeni giren, görece olarak dünyada da yeni bir deyim. "Yutupçuluk". Youtube'a videolar koyma, mümkünse milyonlarca takipçiye ulaşma ve bu işten Youtube'un ödeme sistemi sayesinde para kazanma işinin adı. (Niye ansiklopedik bilgi veriyorum ki. Beni okuyanlar eğer şu noktada bunu bilmiyorsa zaten benim okurum olmalarına da gerek yok.)

El Pirata de Culiacán. Culiacán'ın Korsanı. Culiacán Meksika'nın en tehlikeli eyaletlerinden biri olan Sinaloa'nın başkenti. Bir milyon civarında bir nüfusu var. El Pirata de Culiacán da bir isim. Bir Youtuber ismi. 15 yaşında evinden ayrılmış yetim, şişman bir çocuk. Gerçek adı Juan Luis Lagunas Rosales. Bu Meksikalıların isimleri uzun oluyor. Annenin, babanın soyadını da alarak yeni isim yapıyorlar. Gelenek böyle. 

Culiacán Korsanı'nın veya Lagunas’ın hayattayken YouTube’da bir milyon civarında abonesi var. Instagram'da da 300 bin abone. Allah bereket versin. Nedir Korsan'ın yeteneği? Bayılana kadar içebiliyor. Bu yeteneğini de videoları aracılığıyla tüm dünyayla paylaşıyor.

15 yaşında liseyi bitirmeden evinden kasabasından yola çıkıp, Culiacán’a gelmiş. Orada araba yıkarken youtuberlığa başlamış. Çalışıp, ilerde şarkıcı olmayı planlıyormuş. Yine bir gün çok içip, sarhoşken konuştuğu bir videoda eyaletin kartel patronlarından birine küfretmiş. Bir kaç kelimelik bir küfür. 

Sonra eğlendiği her mekanı -ki Korsan’ımız bir  parti kuşu, bu da bir meslek olsa gerek-  Instagram’da "konum"layan Culiacán Korsanı bir "bar"a gireli henüz 15 dakika olmamışken uzun namlulu silahlarla gelen dört kişi kendisini 15 kurşunla öldürüyor. Meksika'da kartellerin şakası yok. Korsan'ın sarhoşken küfrettiği şahsın lakabı el Mencho.

Meksika uyuşturucu piyasasında çalışan kartellerde tetikçilerin, patronların, çalışanların, muhasebecilerin, şoförlerin, torbacıların, hepsinin lakabı oluyor. Korsan Youtube'çunun küfrettiği şahıs Jalisca Yeni Nesil Karteli isimli kartelin lideri Nemesio Oseguara Ramos.

Lakabının Türkçesi "Bücür" olan el Chapo lakaplı Guzman yakalanıp, ABD'ye iade edildikten sonra güç kaybetmeye başlayan Sinaloa Karteli'nden ortaya çıkan boşluğu Cartel Jalisca Nueva Generacion'un doldurmaya başladığı, sadece Sinaloa Eyaleti'nde değil bütün Meksika'da şu an yaşamakta olan en büyük patronun el Mencho olduğu düşünülüyor. Kim tarafından? Bu işlerin uzmanları tarafından. Elbette bunlar bizim Amerikan basınından aldığımız düşünceler. Biraz da Meksika basını. Asrın dünya devleti olmakta olan ülkemizde henüz bu konuda bilgi üretilme gereği hissedilmiyor. Şükür ki İngilizce’miz, İspanyolcamız var da muhannete muhtaç olmadan kendi analizimizi kendiniz yapabiliyoruz. 

Şaka bir yana, Meksika'da karteller ve devlet arasında son 12 yıldır devam eden bir "iç savaş" var. Bugüne kadar toplam kaybın 100 binin çok üzerinde olduğu düşünülüyor. Yüz bin insan... Bu karteller için Meksika ülkesi insani altyapı bakımından mükemmel fırsatlar sunuyor. Meksika toprağı kartellerin yetişmesi, boy atması, hayatlarını sürdürmeleri için ideal.

Meksika'daki bu iç savaş Meksika ekonomisini mahvediyor. Adalet, kolluk, üretim, eğitim, sosyal hayat, iç güvenlik berbat. Bunda ABD'nin planlaması, teşviki, gizli emelleri yok demek çocukça bir saflığa işaret eder. ABD, en yakın müttefiklerine işte bunu yapıyor.

NAFTA anlaşması üzerinden baktığımızda pekala Meksika Birleşik Devletleri'nin ABD'nin en yakın müttefiklerinden olduğunu söyleyebiliriz. 

Tam bunu ifade etmişken gelelim ülkemizdeki duruma. ABD'ye kafa tutmak kürsüye çıkıp, konuşmanızı el kol hareketlerinizle de destekleyerek rahatlıkla yapabileceğiniz bir şey. Ama bu hususta gerçekten ciddiyseniz, büyük müttefikimiz ABD'den kurtulmak niyetindeyseniz çok daha uyanık olmalısınız. 

Türkiye'de insani altyapı Meksika'daki türden bir iç savaş  için müsait değil. Bizim insanımızın çoğu fazla atraksiyon sevmez. Oturur televizyonunu seyreder. Yeni nesilde de, işte, oturup video seyrediyorlar. Üretimimiz sorunludur. Aşırı üniversiteleşme sonucu üniversitelerimiz üretim fazlası veriyor. Misal, mesleğe yeni başlayan bir elektronik mühendisi, bir makine mühendisi 1,500 ila 2000 lira arası bir maaşla işe başlamak zorunda kalıyor. Merak eden araştırabilir. Bu istisnai bir hal değil. Çoğu sektörde bu durum maalesef standart olmaya başladı. Yeni mezun bir hukukçunun avukatlık mesleğini icra için büro açması çok zor bir iş; maaşlı çalışacaksa da alacağı maaşın 1500 liradan yüksek olması pek muhtemel değil. Özellikle yığınla yeni üniversitelimiz şimdiki zamanından ve geleceğinden ümitsiz. Ama "relaks", rahat kişiliklerimizle çok protestoya meyilli bir toplum değiliz. Ama bir milyonu aşan her şehrimizde en az yüzbin kişilik Suriyeli topluluklarımız var. Ülkeyi yöneten irade bunun üzerine Afganları da eklemek niyetinde görünüyor.

En sakin iç Anadolu şehirlerinde bile, misal Konya'da, 100 bin kişilik bir Suriyeli gettosu kuruldu. Bu dindaşlarımızın ülkelerine dönme ihtimalleri giderek azalıyor. Aralarında da Türklerde görünmeyen sertlik ve bağlılıkta akrabalık ilişkileri var. Kolay bir araya gelebiliyor, suça karıştıklarında, Allah muhafaza, kolay iş görebiliyorlar. Devletin yetkilisi birini tutuklasa, suçu üstlenecek onlarcası geride. Birini yakalasa, onun boşluğunu mırın kırın etmeden, “bırak ya baba, amaan sen de dayı” demeden dolduracak onlarca yeğen geride. Bu açıdan bakıldığında ehli anlıyor ki, bu gidişat biraz “yaş” beyler.

Ekonomik göstergelerimiz, işsizliğimiz, sosyal anomalimiz bu minval üzere seyrederse önümüzdeki beş ve on yıllar içinde devletin ve ülkenin "yerli"lerinin baş etmekte bir hayli zorlanacağı bir sosyal çatışma dönemi geliyor. İlk emareleri çoktan okunmaya başladı. Göçmen gettolarının var olduğu şehirlerimizde soygun çeteleri, şantaj çeteleri, haraç çeteleri teşekkül etmeye başladı. Bu hususta tedbir konuşmayı bırakın, böyle bir sorunun varlığını konuşmak bile mümkün görünmüyor.

Kendimize has muhteşem akıl yürütme tarzımız yüzünden maalesef bu hususları konuşamıyoruz. Canımız sağolsun. Peki işe yaramayacaksa ben bu yazıyı niye yazıyorum?
Ergenekon, Dargenekon zamanlarında böyle yazmadığıma pişmanım. Hoş, sanki yazsak şimdi tutup da "Oo bildin arkadaş, söyle bakalım şimdi bir sıkıntı görüyor musun gidişatta" diyecek birileri olacaktı. Hayır olmadı, olmayacak. Konuşursunuz, anlamazlar. Analitik konuşuyorsunuzdur. Bütün verileri tutarlı bir şekilde alt alta, üst üste getirip durumun avantaj, dezavantajlarını, millet açısından tehdit oluşunu tespit ediyorsunuzdur. Aklınız yettiği kadar da tedbirleri söylüyorsunuzdur. O kısmına aklınız yetmiyorsa tedbir alabilecek yetkililere ulaşmaya çalışıyorsunuzdur. Ama, peki ya muhataplarınızın çoğunda öyle bir analitik yoksa. Ki yoktu. Boşuna konuştuk.

“Konuştuk” dediysem yalan söylemeyeyim. Çok kapalı kapılar ardında, çok dar çevrelerde. Muhataplarımın anlayamayacağına emin olunca, bari kendimi milli sporlardan olan “iftira” sporu arenasında hedef tahtasında bulmayayım diye de “sustum”.

Muhataplarımızın çoğunda, yürümeyen işler, sıkıntılı durumlarda ilginçtir, tam aksi bir algı oluyor. Yani “her şey harika, her şey güllük gülistanlık”. Yahut Çiftlikbank mudisi ablamızın söylediği gibi: “Bu kadar insan yanılıyor olamaz diye düşündük.” Var olan şey sadece "wishful thinking". Tam Türkçesi bile yok. Aşırı iyimser düşünme huyu diyelim. "Teker patlayacak" diyorsun, aslında üşeniyor inip, değiştirmeye, "Olmaz, bir şey olmaz" diyor. Karşılaşacağınız itiraz verilere dayanan, olgular, formüllerden hareketle yapılmış bir itiraz olmayacak. Safsatayla akıl yürütme yaygın arızasıyla malul, ergence ukala, çocukça laf anlamaz bir tarz yüzünüze çarpacak. Üzgünüm dostlarım, arkadaşlarım, akılarım, yoldaşlarım; yolunuz, yolumuz daha çoktur, uzundur.

Suriye ve Afgan mevzuunda yazdım işte. Artık "vebal benden gitti, ben zamanında yazdım bunları" diyeceğim. Selametle.

Ahmet Kubilay 2018-04-05 20:41:35

YORUMLAR

  • 0 Yorum